17 Temmuz 2012 Salı

DERİN MAVİLERDE YAŞAYAN DETAYLAR

DERİN MAVİLERDE YAŞAYAN DETAYLAR
 Denizlerin altında, hatta okyanusların ışık girmeyen derinliklerinde bile son derece kompleks özelliklerdeki canlılara rastlarız. Bu canlıların her birinde çok üstün bir aklın ve çok büyük bir ilmin açık delilleri görülmektedir. Bu aklın ve ilmin sahibi alemlerin Rabbi olan Allah ' tır. 

Yeryüzünde var olan tüm canlılar üremelerinden, korunmalarına, beslenme şekillerinden kendilerine inşa ettikleri yuvalara kadar sayısız üstün özelliklerle donatılmışlardır. Kimi bir mimar gibi yuvasını inşa eder, kimi bir kimyager gibi düşünerek en ideal ısıtmayı sağlar, kimi ise gerçek bir kamuflaj ustasıdır. Bu canlıların yaşantıları incelendiğinde ise, hem fiziksel özelliklerinin hem de davranışlarının birbiriyle ve yaşadıkları ortamla tam bir uyum içerisinde olduğu görülür.
Bu durum elbette sadece karada yaşayan canlılar için geçerli değildir. Denizlerin altında, hatta okyanusların ışık girmeyen derinliklerinde bile son derece kompleks canlılara rastlarız. Burada üstün özelliklere sahip olan deniz canlılarından sadece birkaçını örnek olarak ele aldık. 

Bu canlıların her birinde çok üstün bir aklın ve çok büyük bir ilmin açık delilleri görülmektedir. Doğanın tamamında sergilenen bu akıl ve mükemmel uyum, evrendeki herşeyin Yaratıcısı olan Allah'a aittir. Akıl ve vicdan sahibi her insan Allah'ın yarattığı her canlıda O'nun aklının, gücünün ve ilminin yansımalarını görecek ve böylelikle Allah'ın sonsuz ilmini ve gücünü daha iyi takdir edebilecektir. Allah bir ayette evrende yarattığı varlıklardan bazılarını belirttikten sonra bunların her birinin "içten Allah'a yönelen her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikir" olduğunu bildirmektedir. (Kaf Suresi, 8)

OKYANUSTAKİ ANTİFRİZLİ BALIKLAR
Soğuk denizlerde yaşayan balıkların derileri ya da solungaçları buzla temas ederse vücut sıvıları hemen donmaya başlar ve sonunda balıklar ölür. Bunun nedeni vücut sıvılarında oluşan buz kristallerinin süratle artmasıdır. Bütün olumsuz koşullarına rağmen soğuk bölgelerde yaşayan pek çok balık türü vardır. Bu bölgelerdeki bazı türler deniz suyu sıcaklığının -1,80C olduğu derin sulara çekilerek donmaktan kurtulurlar. Ancak Antartika'da bu sıcaklık derecesinin çok altındaki sıcaklıklarda bile yaşayabilen balıklar da bulunmaktadır. Bunu Allah'ın kendileri için yaratmış olduğu özel vücut sistemleri sayesinde başarmaktadırlar. 

Bu balıkların kanlarının içinde bir araba radyatöründeki antifriz maddesi gibi işleyen kimyasal maddeler vardır. Bu kimyasallar Antartika Okyanusu'nun en düşük sıcaklıklarında bile balıkların vücutlarını donmaktan kurtarmaktadır. (Harun Yahya, Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet)

DERİN SULARDA YAŞAYAN ANGLERFİSH
Besinin az olduğu bölgelerde yaşayan canlılar son derece ilginç özelliklere sahiptir. Bunlardan bir tanesi olan Anglerfish, denizlerin zorlu şartlara sahip karanlık kanyonları için gerekli olan tüm özelliklere sahiptir. Allah anglerfishi de diğer tüm canlılar gibi, ihtiyacı olan her türlü özellikle birlikte yaratmıştır. Örneğin derin sularda yaşayan Anglerfish daha küçük balıkları avlamak için bir olta ipine ve bu ipin uç kısmında, kıvrılan solucana benzeyen bir organa sahiptir. Ucunda sahte yemi olan bu olta, yakınlardan geçen balıkların dikkatini çekmektedir. Anglerfish'in tuzak oltasını yem zannederek yaklaşan balıklar, oltanın ipi tarafından sarılır ve bu sayede kolay bir av olurlar.
ANEMONLARIN ZEHİRLİ MERMİLERİ
Deniz gülü olarak da bilinen anemonlar, zehirli mikroskobik mermiler atarak avlanan omurgasızlardır. Görme duyuları yetersiz olan bu canlılar, avlarının yerini titreşimlere hassas olan alıcıları sayesinde tespit ederler. Kapsül şeklindeki zehirli mermilerini saniyede 2 m gibi bir hızla avlarına fırlatırlar. Anemon bitkileri duyargalarının üzerinde bulunan çok sayıdaki yakıcı kapsül, kendilerine herhangi bir şey dokunduğu veya sürtündüğü anda hemen açılır ve etkisi çok güçlü olan bir zehir salgılar. Bu, çoğu zaman zehiri alan canlının felç olarak ölmesine sebebiyet verecek kadar güçlü bir sıvıdır.

Kapsülleri kimyasal ve dokunma olmak üzere iki farklı mekanizmayla fırlatan anemonların, bu yöntemlerini daha yakından tanımak için bir dizi deney yapıldı. Deneylerden birinde deniz gülü bir havuza yerleştirilerek, karidesin dış kabuğu bir tür şekere batırıldı. Daha sonra küçük titreyen bir çubuk deniz gülüne dokundurularak farklı şeker yoğunluklarında ve titreşim frekansında kaç tane mermi fırlattığı hesaplandı.
Şeker yokken 55 Hz’lik titreşimle mermi fırlatma mekanizması harekete geçerken, şekerin eklendiği durumda 5 Hz’lik titreşim mekanizmayı harekete geçirmeye yeterli oluyordu. Bu hassas ölçümü, üstünde yer alan küçük uzantılar yardımıyla yapan bu canlı normalde 50 Hz’lik frekansa karşı duyarlıyken, karidesin dış kabuğu kitin tabakası gibi şeker içeren bir madde tespit edince küçük uzantılarını uzatarak 5 Hz’lik bir değeri algılayabilecek duruma gelmektedir. Bu da deniz güllerinin aynı zamanda kimyasal maddelere karşı da duyarlı bir yapısı olduğunu göstermektedir. Şeker içeren maddenin algılanmasından kısa bir süre sonrasında ise mermi fırlatma mekanizması devreye girerek avını vurmaktadır.

ANEMON BALIKLARI
Ancak Anemon bitkilerinin etki etmediği canlılar da vardır. Örneğin Anemon balıkları, bu tehlikeli bitkilerin yakıcı kapsüllerinin arasında yaşayabilen nadir canlılardandır. Anemon balıklarının üzerinde bulunan "saydam madde", bitkideki bu yakıcı kapsülleri durdurabilecek niteliktedir. Bitkiye yaklaşan balık, gövdesini yavaş yavaş Anemonlara değdirmeye başlar. Üzerindeki saydam madde sayesinde zehirden çok fazla etkilenmeyen Anemon balığının amacı yakıcı kapsüllerin üzerinde patlamasını sağlamaktır. Anemon balığı birkaç denemenin sonunda zehire bağışıklık kazanır ve bitkinin dokunaçlarının arasına yerleşir. Yeni doğan ve Anemon bitkilerine karşı hiçbir bağışıklığı bulunmayan balıklar da, diğerlerinin geçtiği aşamalardan tek tek geçer. Anemon balıkları bu denemeleri tesadüfen yapmaya karar vermiş olsaydı neler olurdu?
İlk seferde ya da daha sonraki denemelerinde balık patlatacağı kapsül sayısını tutturamayacağı için fazla zehir alıp ölebilirdi. Oysa böyle olmamıştır. İlk ortaya çıktıklarından beri Anemon bitkileri ve balıkları birlikte kusursuz bir uyum içinde yaşamaktadır. Çünkü Allah yarattıklarını en iyi bilendir, koruyandır.

ZIPKIN ATAN DENİZ SALYANGOZU
Bir tür deniz salyangozu olan conus striatus ise, zıpkın atarak avlanır. Salyangoz, emme borusundan 1,5 mm’lik minik zıpkınını fırlatarak avı olan palyaço balığını vurur. Balığın sinir sistemi felç olarak hareketsiz kalır, bu esnada salyangoz balığı yutar. Birçok çeşidi bulunan deniz salyangozlarının, oklu deniz salyangozu gibi 15 cm uzunluğunda büyük türleri de vardır. Bu tür bir salyangoz, vücudunda her an kullanılmaya hazır 50 kadar zıpkını tutar. Bu zehirli zıpkınları vücudunun dışında zehir keseciği denilen odada bulundurur ve fırlattığı her zıpkının yerine yenisi üretilir.
Kuşkusuz böylesine detaylı olarak tasarlanmış avlanma yöntemlerini, bu yöntemleri kullanmalarını sağlayan vücut özelliklerini, fırlattıkları maddenin karşı tarafta meydana getireceği etkiyi okyanusun derinliklerinde yaşayan deniz güllerine ve deniz salyangozlarına ilham eden, onları ve evrendeki her şeyi yaratan Allah’tır. Okyanuslar Allah’ın sonsuz yaratma gücünün sergilendiği örneklerden yalnızca biridir. Yüce Allah’ın her yeri ilmi ile kuşattığı bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir: 

“Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.” (Enam Suresi, 59)

DENİZ KAPLUMBAĞALARI
Okyanuslardaki deniz kaplumbağaları yumurtalarını bırakmak için dünyaya geldikleri kıyılara göç ederler. Kumda küçük çukurlar açar ve gece boyunca yumurtalarını bu çukura bırakırlar. Yumurtalar başka hayvanlara yem olmasın diye üstlerini kumla örterler. Sabah yumurtadan çıkan yavrular hemen denize yönelirler. Yumurtlamak için deniz kaplumbağasının doğduğu sahile dönmesi de, yeni doğan yavruların hemen denizin yolunu bulmaları da Allah’ın onlana ilhamı sayesindedir.

İSTRİDYELER
İstiridyeler suda hareket etmek için önce açılırlar ve içeri bir miktar su alırlar. Sonra bu suyu yumuşak dokulu bir kesenin içine hapsederler. Ardından, kabuklarının birleşim yerlerindeki iki delikten suyu dışarı atarlar. Bu sayede öne doğru fırlarlar. Sahip olduğu elastiki bağ, kabuğunu hiçbir güç harcamaksızın tekrar açmasına imkan verir. Ayrıca istiridyeler denizaltında mineralleri içlerinde biriktirir ve salgıladıkları bir sıvıyla birleştirirler. Uzun zaman alan bu işlemin sonunda istiridyenin içinde bir inci meydana gelir. Bu canlının kabukları arasında bile Allah’ın yarattığı güzellikleri görürüz.

MERCANLAR
Kızıldeniz iki büyük çöl arasında kalan bir denizdir. Kızıldeniz'e hiçbir nehir ya da başka bir tatlı su boşalmaz, yani buraya hiçbir yerden oksijen ya da nitrojen ulaşımı yoktur. Normal şartlarda bu denizin verimsiz ve çevrildiği karalar gibi bir çöl olması gerekirken, Kızıldeniz'de tüm mercan çeşitleri bulunur. Zor şartlara rağmen burada yaşamayı başaran mercanların bu başarısı, alg isimli bitkiye benzer bir canlıyla yaptıkları "ortak bir yaşam" ile gerçekleşir. Alg, mercan iskeletinin arasında düşmanlarından korunarak güneş ışığıyla fotosentez yapar. Bu iki canlının uyumlu yaşamları Allah’ın üstün yaratışının delilidir.

DENİZ YILDIZLARI
Işık üreten deniz altı canlıları ışıklarını düşmanlarını yanıltmak için kullanırlar. Bu konuda denizyıldızını örnek verebiliriz. Bu denizyıldızı, denizin yaklaşık 1.000 m. dibinde yaşamaktadır. Kollarının ucundan parlak yeşil-mavi ışıklar saçar. Işıklı uyarısı düşmanlarına kötü bir tadı olduğunu bildirmek içindir. Yine başka bir denizyıldızı türü ise, kendisine saldırıldığında parlamaya başlar ve düşmanı uzaklaştırmak için kollarından birini düşmana doğru fırlatır. Kopan kol beyaz ışık saçmaya devam eder ve düşmanın dikkati kola yönelir. Denizyıldızı da bu sırada kaçabileceği kadar vakit kazanmış olur. Denizyıldızına bu korunma yöntemini veren Allah’tır.

DÖRT YÜZGECİNİN ÜZERİNDE YÜRÜYEN BALIK
Kırmızı dudaklı yarasa balığı dünyadaki dört yüzgecinin üzerinde yürüyen tek balıktır. Yürümek için tasarlanmış yüzgeçleri, tuhaf görünüşlü burnu ve büyük kırmızı dudakları ile balığın son derece ilginç bir görünümü vardır. 
Yarasa balıklarının kumun üzerinde bir insanın yürümesi gibi dolaşabilmelerini sağlayan organları göğüs yüzgeçleridir. Bu yüzgeçlerini kullanarak yarasa balıkları okyanus zemininde rahatça ayakta durabilir ve yüzgeç uçlarının üzerinde yürürler. Fener balıklarında olduğu gibi yarasa balıklarının da burunlarının altında, diğer balıkları kandırmak için olta olarak kullandıkları küçük deri parçaları vardır. Yarasa balıkları etçil hayvanlardır. Bu oltayı kullanarak diğer balıkları, yengeçleri, kurtçukları ve deniz taraklarını yerler.
EN ZOR KOŞULLARDA YAŞAYAN CANLI
Bilim adamları, çok zor koşullarda yaşayabilen bir canlıyı keşfettiler. Bu canlı 121oC'de yaşadığı için "Strain 121" adı verilen tek hücreli bir mikroorganizma. Uzmanların görüşüne göre, yüksek sıcaklıklarda yaşayabilen bu tür canlılar, Dünya henüz soğumadan yaşamaya başlamış olabilirler. 

Science dergisinde yayınlanan bu araştırmayı, Massachusetts Üniversitesi'nden Kazem Kashefi ve Derek Lovley isimli iki bilim adamı yürüttü. Profesör Lovley,"Amacımız sıcaklık sınırını aşmak değildi. Bir organizmanın genel özellikleri arasında, yaşayabildiği sıcaklık aralığına da bakılır. Isıyı giderek artırdık ve bu organizma yaşamaya devam etti. En sonunda bu canlıyı, bütün organizmaları öldüren basınçlı buhar cihazına koyduk" dedi. 

121 Co'de 10 saat geçirdikten sonra yaşamaya devam eden Strain 121, araştırma sonunda 131 Co'de ölmüştür. Şimdiye kadar ise canlıların yaşayabildiği en yüksek sıcaklığın 113oC olduğu düşünülüyordu. Strain 121 adlı mikroorganizma, Pasifik Okyanusu'nun 2400 metre derinliklerinde, demir ve sülfür bileşiklerinin yoğun olduğu Juan de Fuca bölgesinde bulundu. Okyanus zemininden fışkıran kaynar sularda yaşayabilen bu canlının bir diğer mucizevi özelliği ise oksijen yerine demir soluyor olması.
 
ŞEFFAF CANLILAR
Derin mavi sular, Allah'ın sonsuz yaratma gücünün sergilendiği büyük bir alemdir. 

Gaybın anahtarları O'nun katındadır, Ondan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprakdaki düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi,59)
Su yüzeyinin yakınlarında yaşayan hayvanlar, hem aşağıdan hem de yukarıdan gelecek tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Küçük hayvanlar bunun üstesinden şeffaf olmalarıyla gelirler. Şeffaflıkları nedeniyle gökyüzünden gelen ışık, avcılar tarafından görülmelerini zorlaştırır. Okyanuslarda milyonlarca şeffaf hayvan vardır ve çoğu da çok küçüktür. Küçük karideslerin, yengeçlerin, deniz salyangozlarının, denizyıldızlarının ve balık yavrularının hemen hemen hepsi şeffaf vücutludur. Bu, onlar için çok iyi bir korunmadır.
DENİZ YILDIZI
Deniz yıldızının iskeleti, esnek eklemler gibi hareket eden zırhlı bir tabakadan oluşmuştur. Canlının korunması için hazırlanan bu kalkan, düşmanlarına karşı muazzam bir direnç göstermesini sağlar. Tehlikeye açıktır ama çok kuvvetlidir. Vücudunun çok büyük bir bölümünü kaybetse bile, yeniden geliştirebilir. Allahın verdiği yenileme yeteneği sayesinde bedeninin 1/5'i ve en az bir kolu kalıncaya kadar bu fonksiyonu devrededir.



Denizyıldızlarının Avlarını Sindirme Metodu
Dişleri olmayan denizyıldızı yiyeceklerini sindirmek için kendine özgü bir metot kullanır. Avının yerini bulmasında koku ve dokunmaya bağlı olarak, avın kapladığı alanın büyüklüğü de etkilidir. Kollarının altında yüzlerce ince, her zaman hareket eden, emici diskler bulunmaktadır. Denizyıldızlarında hareket, bir kayaya veya başka bir cisme ayakları ile yapışması ve sonra geri çekmesi ile sağlanır ve denizyıldızı bu biçimde yavaşça sürünür. Günlük yiyecekleri kabuklu deniz hayvanları, karides, kum ve taş gibi birikintilerdir. İstiridyeyi bulduğunda denizyıldızı onu içine çeker ve birçok emici ayağını istiridyenin kabuğuna yapıştırır. İstiridye aşırı güçlü subaplara sahip olmasına rağmen denizyıldızı sonunda istiridyenin kabuğunun yavaş yavaş açılmasını sağlar.

MÜREKKEP BALIKLARI VE AHTAPOTLAR
Mürekkep balıkları ve ahtapotlar renklerini çok hızlı değiştirebilirler. Bazen renk dalgaları bedenlerinde nabız atması gibi görünür. Bu kadar fazla değişikliğin olmasına kızgınlık, yiyecek görme, korku ve bulunduğu yerin rengi gibi farklı nedenler sebep olabilir. Renk değiştiren bir mürekkep balığı gerçekten çok ilginç bir görünüme sahip olur. Yüzü kızarır ve yüzünde kırmızı ve altın yaldız rengindeki küçük benekler gelip gider. Balığın desenleri de küçük beneklerden koyu çizgilere ve göz gibi lekelere dönüşebilir. 

"Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe." (Araf Suresi, 191–192)
 
OKSİJENSİZ KALBİ ATAN BALIK
İskandinavya’da kışın üzeri buz tutan sığ su birikintilerinde yaşayan sazan balığı, 5 gün boyunca oksijensiz kalsa da kalbi atmaya devam ediyor! Bu bölgelerde yaşayan hayvanlar yeterince oksijen üretemiyorlar. Bunun yanı sıra oksijensiz solunum sonucu açığa çıkan laktik asit vücutlarında birikiyor. Bu durumda hayvan, ya oksijen gereksinimini en aza indirmeli ya da daha hızlı enerji elde etmenin yolunu bulmalıdır. Sazan balığı daha hızlı enerji elde ederek çözüme ulaşır. Ancak bu durumda da yedek besine ihtiyacı vardır. Yarattığı tüm canlıların ihtiyaçlarını en iyi bilen Allah, sazan balığını kendi türünde en büyük karaciğerle ve bedenine oranla en büyük enerji deposuyla birlikte yaratmıştır. Oksijensiz ortamda da balığın kalbi attığı için enerji tüm bedenine iletilebilmektedir. (Society for Experimental Biology Basın Bülteni, 2 Nisan 2004) 

Oksijensiz solunum sonucu açığa çıkan laktik asit ise kas dokusuna gönderilerek etanol adı verilen maddeye dönüştürülür. Sonra da etanol solungaçlardan dışarı atılır. Böylece kan dolaşımının kalbin atması sayesinde devam etmesiyle zararlı atıklar vücutta birikmemiş olur. Ne dolaşım sisteminden ne de oksijenin varlığından haberdar olan balık, hiç tanımadığı bir maddeyi yine hiç tanımadığı etanol maddesine dönüştürmektedir. (Evrimcilerin İtirafları) Kuşkusuz bu yapı bütün detaylarıyla, Allah’ın sonsuz ilminin ve kusursuz yaratışının eserlerinden yalnızca biridir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: 

"De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır." O, rahmeti Kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır." (Enam Suresi, 12)
DEMİR ÜRETEN BAKTERİLER
Fotosentez yapıp dünyadaki yaşama büyük oranda katkıda bulunan, bedenimizi koruyan, yeryüzünün en önemli yaşam döngüsünü meydana getiren, ama tüm bu faaliyetlerine rağmen gözle görülemeyen bakteriler yeryüzündeki demir yataklarının, hatta bedenimizdeki demirin de kaynağıdırlar.

Bazı bakteriler suyun içinde erimiş olarak bulunan demiri sudan ayırma yeteneğine sahiptirler. Bu canlılar, okyanuslarda çözünen demir moleküllerini bu şekilde tüketirler ve bunları kendi vücutlarında yoğunlaştırırlar. Bakterilerin vücudunda yoğunlaşan demir daha sonra okyanus tabanında demir yatakları şekline gelir. Bunlar yüz milyonlarca yıl boyunca dağlara doğru itilir ve buralarda büyük demir yataklarını meydana getirirler. Bu demir yataklarının kazılması ile önemli miktarda demir molekülü havaya karışır. Biz ise farkında olmadan görünmeyen bu demir tozlarını soluruz. Vücudumuza giren bu moleküller bedenimiz için son derece önemlidirler. Vücudumuza küçük demir molekülleri girdiği için kırmızı kan hücrelerimizin demir taşıyan hemoglobin çekirdeği iliğimizi, yani vücudumuzda dolaşan kanın kaynağını meydana getirir. Tek hücreli bir canlının bu şuur ve bilinçle hareket ettiğini kuşkusuz ki, kabul edemeyiz. Bakterilere neler yapacaklarını ilham eden, tüm ilimlerin üstünde ilim sahibi olan, tüm akıllardan üstün akla sahip olan Allah'tır.

MERCAN KAYALIKLARI
Her biri birkaç santimetre büyüklüğünde olan sert mercanlar, kendilerinden önce varolan mercan kolonilerinin taş iskeletlerinin üzerinde gelişerek kayalar inşa ederler. Mercan kolonileri tabak, kubbe, budak şekillerine bürünerek canlılar içinde şimdiye kadar yapılmış en geniş yapıları inşa etmişlerdir. Bir mercan kayalığının oluşumu çok uzun yıllar sürer. Çünkü mercan kayalıkları 1 yılda ancak 1,3 cm büyürler. 
İSTAKOZLARIN KARE PRİZMALARDAN OLUŞAN GÖZLERİ
Istakoz gözü diğer birçok canlının gözünden farklı olarak "kırılma" değil, "yansıma" prensibiyle çalışır. Istakoz gözünün ilk dikkat çeken özelliği, yüzeyinin çok sayıda kareden oluşmasıdır. Bu kareler, son derece düzgündür. Amerikalı biyolog Hartline, Science dergisindeki bir makalesinde şöyle der: 

"Istakoz bugüne kadar gördüğüm en dikdörtgene benzemez canlıdır. Ama mikroskop altında, ıstakozun gözü kusursuz bir grafik kağıdına benzemektedir."


Istakoz gözü üzerindeki bu düzgün kareler, aslında birer kare prizmanın ön yüzeyidir. İşin daha da dikkat çekici yanı ise, ıstakoz gözündeki bu kare prizmaların her birinin iç yüzeyinin "ayna" yapısında olmasıdır. Bu ayna benzeri yüzeyler ışığı kuvvetli biçimde yansıtır. Bu tasarımın en önemli noktası ise, bu ayna yüzeylerden yansıyan ışığın, daha arka taraftaki retina üzerine kusursuz bir biçimde odaklanmasıdır. Gözün içindeki bu prizmalar öyle bir açıyla yerleştirilmiştir ki, hepsi ışığı hatasız bir biçimde tek bir noktaya yansıtır. 

Istakoz gözündeki bu tasarımın evrim teorisi adına çok büyük bir sorun oluşturduğu ise açıktır. Öncelikle, göz, "indirgenemez komplekslik" özelliğine sahiptir. Eğer bu gözün ön kısmındaki kare hücreler ve bu hücrelerin yansıtma özelliği olmasa veya arkadaki retina tabakası bulunmasa, göz hiçbir şekilde işlev görmeyecektir. Dolayısıyla ıstakoz gözünün "kademe kademe" oluştuğu ileri sürülemez. Bu denli mükemmel bir tasarımın bir anda tesadüfen oluştuğunu öne sürmek ise, tümüyle akıl dışıdır. Açıktır ki, Allah, ıstakozun gözünü bu mükemmel sistemiyle birlikte yaratmıştır

KONİ SALYANGOZ
Koni salyangoz, tüpe benzeyen sifonuyla deniz tabanındaki solucanları ve diğer avları kokladıktan sonra bu zehirli ve keskin organının sonunda yer alan mızrak benzeri dişini avına uzatır. Diş hedefi bulduğu zaman koni salyangoz, avının kas spazmı geçirmesine ve çabuk ölümüne sebebiyet veren bir nörotoksik madde enjekte eder. Salyangozun vücudunda üretilen bu kimyasal madde avının ölümüne yol açacak kadar tehlikeli olduğu halde kendisine zarar vermez.
SÜNGERLERİN İLGİNÇ ÖZELLİKLERİ
Sünger bir hayvan türüdür. Kimi yalnızca birkaç santimetre büyüklükte olan süngerlerin, 2 metre olanları da vardır. Hiçbir akla hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlı olan süngerler sahip oldukları özelliklerle Allah’ın yaratma sanatını bize tanıtırlar.

  • Süngerlerin iskeletleri, kristal iğneciklerden (spikül), sponjin denen bir proteinden ya da bunların karışımından oluşur. Por adı verilen gözenekler sayesinde suyu süzerek çekerler ve sonra minik boşaltım deliklerinden geri püskürtürler.
  • Serin ve tuzlu sularda yaşayan süngerler hareketsiz olduklarından, kendi yakınlarına gelen yiyecekleri hidrolik sistemlerinin yardımıyla sudan süzerler.
  • Süngerler genellikle gözle görülemeyecek kadar küçük organik maddeler, diatomlar ve bazı tek hücreli mikroskobik bitkiler, ölü ya da canlı planktonlar ve bakterilerle beslenirler.
  • Süngerlerin bir başka özelliği de, çok küçük bir bölümden, yeniden bütün bir sünger haline gelebilmeleridir. Dalgaların etkisiyle yerinden kopan bir süngerin kalan parçasından, zamanla yeni bir sünger oluşabilir. Aynı şekilde kopup ayrılmış olan parça da başka bir yere yapışıp kendini toplayabilir.

Süngerlerden Kansere Karşı İlaç Üretilecek
Süngerlerde kalp, beyin, ciğer gibi organlar bulunmaz. Bunun yanısıra bu canlılar bir sinir sistemine de sahip değillerdir. Ancak bu canlıların savunma mekanizması olarak kullandıkları kimyasal silahlar, günümüzde tıp alanında birçok buluşa ışık tutmaktadır. (Antarktika okyanusunun derinliklerinde yaşayan süngerler, yiyeceklerini, suda bulunan besinleri süzerek elde ederler. Süngerlerin renkli denizyıldızları gibi düşmanları vardır. Fakat süngerler çeşitlerine göre kendilerini düşmanlarından koruyacak çok değişik özelliklere sahiptirler. Dikenli süngerler, koruma olarak karşı tarafın cesaretini kıran uzun dikenlere sahiptirler. Tehlikeyle karşılaştıklarında hemen dikenlerini ortaya çıkarırlar. Kırmızı, yeşil süngerler ve kaktüs süngerleri ise denizyıldızlarını ve diğer hayvanları caydıracak kimyasal bir sıvı salgılarlar.-Int. Wildlife, Kasım-Aralık 1997, No.6, s.6)
Deniz süngerlerinde kanseri tedavi edici kimyasal maddeler tespit edilmesi, ilaç firmalarını da harekete geçirmiştir. Avustralya Deniz Araştırmaları Kuruluşu (AIMS) yetkilileri ve bir ilaç firmasının, süngerlerden elde edilecek maddelerden kansere karşı ilaç üretmek için anlaşmaya vardıkları belirtilmiştir. 

Avustralya Deniz Araştırmaları Kuruluşu (AIMS) yetkilileri, süngerlerden elde edilen maddelerin sağlam hücrelere zarar vermeden bir veya iki tip kanser hücresini yok ettiğini belirttiler. Bu kuruluşta görevli Lyndon Llewellyn, göğüs kanseri veya kan kanserine karşı potansiyel etki gösteren organizmalar belirlediklerini kaydederek, “Bu organizmaların içindeki kimyasal maddeler hücreleri öldürüyor. Bunlardan bazıları şimdiden tanımlandı ve klinik öncesi aşamadalar” diye konuştu.

PUF BALIKLARI
Bütün Puf balıkları (Arothorn meleagris) bir tehlike karşısında vücutlarını tam bir yuvarlak olacak şekilde şişirebilirler. Böylece yakalanmaları da, bulundukları yerden çekilmeleri de zorlaşmış olur. Bu balıkların larvaları önce su seviyesindeki sığ kayalıklarda büyür ve daha sonra okyanusa dağılırlar.
DENİZLERDEKİ “TAKLİT USTASI”
Deniz altı canlılarının tümü birbirinden ilginç özelliklere sahiptir. Bilim adamları tarafından yakın zamanlarda keşfedilmiş olan bir ahtapot türü de bunlardan biridir. 

Bu ahtapot türü, deniz diplerinde yaşamakta ve birbirinden çok farklı hayvanların şekillerini birebir kopyalayarak taklit edebilmektedir. 

Bu canlı, taklit ettiği canlıların bütün görünümlerini de birebir kopya edebilmekte ve düşmanının anlayamayacağı şekilde davranarak rol yapmaktadır. 

Taklitçi ahtapot Endonezya Adaları’nda özellikle Solawesi ve Bali sahillerinde yaşamaktadır. Genel olarak gündüzleri kum tünelleri yakınlarında görülür. Küçük kurtlar, balıklar ve kabuklularla beslenir ve bunlara kolayca ulaşabildiği yerler oldukları için tümsekleri sever. 

Ahtapotun açık yüzey kumlarında ve özellikle de tümseklerde bulunuyor olması aslında onu düşmanları için kolay bir av haline getirebilir. Ancak taklitçi ahtapotun şeklini ve rengini değiştirme kabiliyeti onu korur. Bu yetenek “cephalopod” olarak adlandırılan başka hiçbir “kafadan bacaklı” türde mevcut değildir. Buradaki en dikkat çekici noktaysa, ahtapotun sadece tek bir canlıyı değil birden fazla deniz canlısını ve özellikle de güçlü zehirler üretenleri taklit edebilmesidir.

Ahtapot Böyle Taklit Yapıyor…
Birçok hayvan kamuflaj yetenekleri sayesinde bulundukları yerin rengini alarak taklit yapabilir. Ancak hem renk hem de şekil değiştirerek farklı türlerin rolüne girmek ve kusursuz taklitlerini yapabilmek bilimin canlılarda yeni keşfettiği bir davranış şeklidir. 

Bir ahtapotun vücudu “kromatofor” isimli onbinlerce keseden oluşur, bunlar kompleks bir kas ağının kontrolündedir. Keseler pigmentler içerir. Ahtapot, keseleri büzerek veya gevşeterek kendini herhangi bir arka plan rengi veya görünüşüne benzetebilir. Bu arada, diğer kaslar da ahtapotun derisinin dokusunu değiştirir. Bir ahtapot tüm bu yöntemleri birleştirerek düzgün ve kumlu deniz tabanında bir anda gözden kaybolabilir. 

Taklitçi ahtapot, bilinen kamuflaj yöntemlerinin ötesinde, diğer hayvanların taklidini yapmak için şeklini de değiştirir. Kendini bir aslan balığının şeritlerinin renkleriyle renklendirebilir, sonra aslan balığının zehirli dikenlerine benzemek için sekiz kolunu vücudunun çevresinde genişleterek cesurca yüzer. Veya başını ve yedi kolunu bir iğneli vatozun üçgen şekli gibi konumlandırabilir ve sekizinci kolunu kuyruğuymuş gibi arkasından sürükleyerek deniz tabanında hareket eder. Ya da büyük bir zehirli deniz anemonuna benzemek için bir kum tepeciğine atlar ve kollarını zig zaglı bir şekilde tutar. Sert iç ve dış iskeleti olmaması bu canlıya taklit için ideal bir vücut yapısı sağlamaktadır.
“Doğada birçok ahtapot türünü inceledim, bu hayvanların renk ve biçim değiştirme kapasiteleri beni çok şaşırtmadı. Ancak bu canlı, kamuflajın ötesine geçerek tehlikeli canlıların kılığına girebilen karşılaştığım tek canlı gibi görünüyor.” (Mark Norman / Melborn Müzesi, Avustralya) 

Ahtapot Neden Taklit Yapar?
  • Ahtapot düşmanlarından korunmak için herhangi bir zehire ya da başka bir savunma mekanizmasına sahip değildir. Yani ahtapotun taklit yeteneği onun için hayati önem taşır.
  • Diğer taraftan ahtapotun yaşadığı alanların da genelde düz kumlu alanlar olması hayvanın saklanmasını zorlaştırmakta, bu anlamda taklitçilik bu canlı için en ideal korunma mekanizması haline gelmektedir.

Taklitçi Ahtapot’un Mucizevi Kararı
Öte yandan taklitçi ahtapotun yaptığı taklitlerin güçlü zehirler üreten canlıların taklidi olması da dikkat çekicidir. Ahtapot hangi yırtıcı hayvanla karşılaştıysa, o hayvanın düşmanını taklit etmeye karar verir. Örneğin “damselfish” adlı balığın saldırısına uğradığında, bu balığın bilinen düşmanlarından biri olan deniz yılanını taklit eder. 

Bu noktada aklımıza şu sorular gelebilir:
  • Hiçbir akla ya da bilince sahip olmayan ahtapot, karşılaştığı canlıyı tanıyıp onu korkutacak düşmanı nasıl tahmin edebilmektedir?
  • Ayrıca bu ahtapot bütün ihtimaller arasından doğru olarak “tahmin ettiği” bu canlının nasıl yüzdüğünü, nasıl hareket ettiğini ve ona benzemek için nasıl davranması gerektiğini nereden bilmektedir?

Elbette ahtapot tüm bunları gerçekleştirecek akla sahip bir canlı değildir; bu ve benzeri soruların cevabı hiç şüphesiz ahtapotun Allah’ın ilhamıyla hareket ettiği gerçeğini ortaya koymaktadır. 

"Allah, herşeyin Yaratıcısı'dır. O, herşey üzerinde vekildir." (Zümer Suresi, 62) 

Dikkat ederseniz, yazı boyunca sözünü ettiğimiz taklit ve rolleri yapan, vücudunun çoğunluğu sudan oluşan, hiçbir akla ve bilince sahip olmayan bir ahtapottur. Oysa taklit yeteneği, gözlem, teşhis ve sonuç çıkarma gibi akıl gerektiren özellikler sonucunda ortaya çıkan bir yetenektir. Bu durumda akla ahtapotun taklit yeteneğinin nasıl ortaya çıktığı sorusu gelecektir. Taklitçi ahtapotun çevresindeki canlıları gözlemleyerek, teşhisler yaptığını, taklit ettiği türdeki canlılara ait davranış şekillerini aklında tutarak tıpatıp aynısını yaptığını iddia etmek akılcılıktan son derece uzak bir davranış olacaktır. Hiç şüphesiz taklitçi ahtapota yapması gerekenleri Allah ilham etmektedir. 


Kaynaklar: Dynamic Mimicry of the Indo-Malaysian Octopus 
Newfound Octopus Impersonates Fish, Snakes 
Magnificent mimic reveals multiple impressions 
http://sciencenow.sciencemag.org.

HAMLETLERİN GÖRÜŞ YETENEKLERİ
Mavi Hamlet, mercanlarda yaşayan parlak renkli bir balıktır. Başının iki yanında yer alan ve bedenine göre oldukça büyük olan gözleri vardır. Gece avlanan mavi hamlet balığı bu sayede avını hiç zorlanmadan bulabilir. Gündüz vakitlerinde ise mercan resiflerinin kuytu köşelerinde düşmanlarından saklanır. 
ASLAN BALIKLARININ DİKENLERİ
Zehirli olan pek çok canlı aynı zamanda son derece çekici renklere sahiptir. Bu renkler çevreye tehlike mesajı vermek için kullanılmaktadır. Örneğin resimde de görüldüğü gibi çok güzel bir görüntüye sahip olan aslan balığı aynı zamanda öldürücüdür de. Aslan balığının bir insanı öldürebilecek güçte zehirli dikenleri vardır.

BİTKİ GÖRÜNÜMLÜ HAYALET BALIKLAR
Hayalet boru balığı olarak adlandırılan bu deniz altı canlıları olağanüstü kamuflaj yetenekleri sayesinde bulundukları yerde hemen hemen hiç fark edilemeyen canlılardır. Görüldüğü gibi hayalet boru balığının bu türü resmin altındaki bitkiye hem şekil hem de renk olarak tıpatıp benzemektedir. Bu canlılar düşmanlarından kurtulmak için krinoidler (zambak şeklindeki deniz hayvanları), yumuşak mercanlar ve deniz otları gibi farklı birçok türdeki organizmanın arasına karışarak onlarla adeta bir bütün haline gelebilirler.

USTA DALGIÇ PELAMİS
Doğadaki yaşam evrimcilerin 'ilkel canlı' kavramını yalanlıyor. Pelamis adlı küçük bir deniz yılanı bir dalgıçtan çok daha üstün yetenekleriyle Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği ispatlıyor. 

Bilimsel adı Pelamis Platarus olan "sarı şeritli" deniz yılanı Güney Doğu Asya ve Kuzey Avustralya kıyıları ile nehir ağızlarında yaşar. Pelamis küçük bir yılan sayılır. Boyu en fazla 80 cm. ağırlığı ise 200 gramdan azdır. 1,5 mm uzunluğundaki küçücük dişinden çıkan zehir, kobranınkinden 5 kat daha güçlüdür. Zehirin 1 gramının binde üçü kadarı bile bir insanı öldürmek için yeterlidir. (Bilim ve Teknik, "Deniz Yılanları Geliyor", Nisan 1991 sf.34) 

Panama'daki Smithsonian Tropikal Araştırmalar Enstitüsü'den Ira Rubinoff, Jorge Motta ve Jeffrey Graham çalışmalarında yılanların zamanlarının %87'sini suyun altında geçirdiklerini tespit ettiler. Pelamis, su yüzeyine bir saniye kadar sadece nefes almak için çıkıyordu ki, bu su altı için oldukça iyi bir performans sayılır.

Pelamisin Üstün Dalma Tekniği
Pelamis başından kuyruğuna kadar uzanan tek bir ciğere sahiptir. Ciğer hava ile dolu iken vücut hacminin yaklaşık %10'unu kaplar. Bu, su altındaki yılana ancak 17 dakika için yeterli oksijen sağlayabilir. Oysa araştırmalar sırasında 213 dakika süren ve 50 metreye ulaşan dalışlar tespit edilmiştir. Pelamis'in bu başarısının ardındaki sır "ciğerlerini suyun kaldırma kuvvetini kontrol etmek için kullanması"nda saklıdır.

Yılan derin dalış öncesi ciğerini iyice hava ile doldurur. İçine aldığı hava vücudunun % 20'si kadardır. Dalış dört aşamadan oluşur. İlk aşamada yılan, dakikada 5 metrelik bir hızla dalar. Dibe doğru gittikçe suyun basıncı artar ve hayvanın ciğerleri büzülür. İkinci aşamada yılan dakikada 1,7 m. hızla dalışına devam ederken kritik bir derinliğe ulaşır ki, bu derinlikte kendi ağırlığıyla suyun kaldırma kuvveti dengededir. Hayvan artık dalışını bitirmiş, yükselmeye başlamıştır. Üçüncü aşamada dakikada 0,11 metrelik yavaş bir yükselme söz konusudur. En son aşamada yılan, nefes almak için dakikada 3–4 m. hızla yukarı çıkar. Böyle bir dalış için yılan, havayı ciğerine amaçladığı derinliğe göre doldurmaktadır. Pelamis, dalış sırasında ihtiyacı olan oksijenin üçte birini de derisi vasıtasıyla sudan karşılar.

Dalış İçin Tasarlanmış Özel Dolaşım Sistemi
Yılan, karışık kirli kanı aynı anda hem ciğer ve deri altı kılcallarına, oksijen alması için; hem de vücut hücrelerine, içinde bulunan bir miktar oksijenin kullanılması için gönderen bir kalbe sahiptir. Deniz yılanlarının bu dolaşım sistemi, kanda toplanan azotun deri yoluyla atılmasına da imkan verir. Bu hayati bir öneme sahiptir; çünkü aksi takdirde basınç altında kanda büyük miktarlarda eriyen azot, yüzeye çıkarken hızla gaz haline geçerek küçük baloncuklar oluşturup damarların tıkanmasına, yani balığın "vurgun yemesine" yol açabilecektir.

YAVRULARINI AĞIZLARINDA TAŞIYAN BALIKLAR
Banggai Kardinal balığı hem yumurtalarını, hem de zamanı geldiğinde yumurtadan çıkan yavrularını ağzında taşımaktadır. Yumurtalar ve yavrular ağzından çıkana kadar bekleyen Banggai balığı önemli bir fedakarlık gösterisinde bulunmaktadır. Büyüyen yavrular birkaç hafta içinde bu korunaklı yuvayı bırakarak terk eder. Yavruların bundan sonraki sürekli barınma yerleri denizkestanelerinin bulunduğu yerler olacaktır. www.imanhakikatleri.net 
DERİN DENİZDE BİR SANAT ESERİ: ‘NOEL AĞACI’ SOLUCANI
Deniz bilimcileri tarafından renkli tüyleri nedeniyle ’Noel ağacı’ solucanı olarak isimlendirilen bir deniz solucanı (Spirobranchus Giganteus), adeta sanat eserini andıran çok işlevli dokunaçları ile bilim çevrelerinde pek çok soruyu gündeme getirdi. 

Bu canlılar, üzerlerinde yer alan rengarenk çam ağacı benzeri dokunaçlarını beslenmek için kullanırlar. Dokunaçlarında görülen sarmal (dolana dolana oluşmuş) şeklin ise canlının beslenmesinde önemli bir rolü vardır. Bu dokunaçlar, sarmal şeklin bir sonucu olarak üzerlerindeki ’kavisler’ vasıtasıyla deniz dibindeki akıntılarda yüzen besin maddelerini kolaylıkla tutabilmektedirler. (www.altinoran.org) 

Dokunaçların bir diğer önemli işlevi ise canlının solunum ihtiyacını karşılıyor olmasıdır. Dokunaçlar tıpkı besin maddeleri gibi, deniz suyu içinde bulunan erimiş oksijeni de çam ağacı benzeri yapıları sayesinde kolaylıkla alabilmektedirler.
Bir Kuran ayetinde Yüce Allah’ın, yarattığı her şeye belli bir ’düzen’ verdiği ve tümünü belli bir ’ölçü’ ile takdir ettiği şöyle haber verilmektedir: 

"Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve belli bir ölçüyle takdir etmiştir. " (Furkan Suresi, 2)

AMFOBİD
"Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yüce'sin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191) 

İnsan sudaki erimiş oksijeni soluyamaz, su altındaki basınçlara dayanamaz. Su, havadan yaklaşık 1.300 kat daha ağırdır ve derinlere inildikçe basınç süratle yükselir. Her on metre derinlikte üzerimize bir atmosfere denk basınç biner. Su altında, 150 metre derinliğe kadar inildiğinde damarlar çökebilir ve ciğerler sıkışarak bir gazoz kutusunun ortalama boyutlarına inebilir. (Balık Fosilleri) 

Dünya üzerindeki yaşam, insana sadece karada yaşama olanağı verir. Suyun içinde ise bizler için yaşam mümkün değildir. 

İnsan, suyun basıncına karşı son derece dayanıksızdır. Ama yeryüzünde öyle canlılar vardır ki, sahip oldukları özel donanımlar sayesinde insandan üstün niteliklere sahip olurlar. Örneğin, okyanusun en derin noktası olan Pasifik'teki Marina Çukuru, karidese benzer şeffaf bir tür kabuklu olan amfobid kolonilerinin yuvasıdır. Burası, okyanus yüzeyinden yaklaşık 11.3 kilometre aşağıdadır. 4 kilometrelik ortalama okyanus derinliğinde bile şiddetli olan basınç, bu olağanüstü derinlikte, çimento yüklü on dört kamyonun ağırlığı altında ezilmekle birdir. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 209-210) 

Hangi şartlarda nasıl yaşadığını bile bilmediğimiz bir canlı, bizden çok daha üstün özelliklere sahip olabilir ve çok daha zor şartlar altında yaşamını sürdürebilir. Bu canlının kendisi, okyanusun onlarca kilometre derinliklerinde yaşadığının ve insanın ölümüne sebep olabilecek bir basınç altında varlığını sürdürebildiğinin farkında bile değildir. Bu canlının, bizim ulaşamadığımız derinliklerde yaşamına devam etmesi, yerin veya suyun derinliklerinde de olsa, göğün en yükseklerinde de olsa tüm canlıların, Allah'ın üstün sanatıyla yaratılmış olduklarını gösteren delillerden biridir. www.detaysanati.com 

İnsan, tek bir örneğe bakarak Allah'ın büyüklüğünü görebilir, O'nu takdir edebilir. Tüm nimetleri, tüm varlıkları, yerde ve gökte olan her şeyi yaratanın Allah olduğunu anlayıp idrak edebilir. Bunun için sahip olduğu tek bir özellik, görüp incelediği tek bir şey üzerinde düşünmesi yeterlidir. İnsana düşen, kendisine verilmiş delilleri mutlaka görmesi ve Allah'ın yerde ve gökte bulunan tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini takdir etmesidir.
BACA YENGECİ
Bilim adamlarının okyanusların binlerce metre derinliğinde yaşayan bir yengeç türü üzerinde yaptıkları araştırma, çok özel bir sistemin varlığını gün ışığına çıkardı. 

Bizler yeryüzünü milyonlarca canlı türüyle birlikte paylaşıyoruz. Bunlardan çoğu bizlerden çok ama çok uzaklarda yaşıyorlar. 

Bu canlıları araştıran bilim adamları bizlere onlar hakkında müthiş bilgiler aktarıyorlar. Böylece ulaşma imkanımız olmayan yerlere bile gitmiş ve oralardaki canlıları kendimiz görmüş gibi oluyoruz. 

Sadece özel denizaltılarla ulaşılabilen derinliklerde yaşayan canlıları araştıran bilim adamları, deniz seviyesinden tam 2500 metre aşağıda yaşayan bir yengeç türünün mükemmel göz tasarımını gün ışığına çıkardılar. Bilimsel adı Bythograea thermydron olan baca yengeçlerinin gözleri, hayatları boyunca değişken bir özellik gösteriyorlar. 

Bir baca yengeci hayatına başladığı larva dönemindeyken okyanusun orta derinliklerinde yaşam sürer. Yaklaşık 1000 metre derinliğindeki bu alanları büyüdükçe terk eder ve daha derinlere doğru gitmeye başlar. Yengeç, erişkin döneme ulaştığında ortalama 1500 metre alçalmış olarak yaklaşık 2500 metre derinlikteki okyanus tabanına yerleşir. 

Bu kadar derin sularda ortaya çıkan yüksek basınçlara, ancak bedenindeki özel tasarım sayesinde dayanabilen yengeç, deniz seviyesinden tam 250 kat daha fazla basınçta rahatlıkla yaşayabilir. 

Pennsylvania'nın Lancaster kentindeki Franklin & Marshall Üniversitesi nörologlarından Robert Jinks ve ekibi, Pasifik Okyanusu'nun 2500 metre derinliğinde yeni yumurtlamış bir yengecin yumurtalarını karanlık bir laboratuvar ortamında büyüttüler. Bu süre boyunca gelişen larvaların gözlerinin gelişimini izlediler. Larva döneminde bileşik göz yapısına sahip olan yengeçlerin, erişkin hale geldikçe bambaşka bir göz yapısına, yalın retinal göz yapısına kavuştuklarını gördüler.
Yapılan araştırmaya göre, okyanusun orta derinliklerinde planktonla birlikte yüzen larvalar, bu derinliklere az da olsa ulaşabilen ışığı algılamalarını sağlayan ve sineklerdekine benzeyen bileşik göz yapısına sahipler. Bu gözler odaklama yapabiliyor ve yengeçler etraflarındaki diğer canlıları rahatlıkla algılayabiliyorlar. Larva döneminden çıktıkça ağırlaşan yengeçler derinlere batmaya başlıyor. Yengeçlerin gözleri, bu defa değişen ortamla birlikte, ışık saçan canlıların yaydığı mavi-yeşil ışığa duyarlı hale geliyor. Yengeç erişkin hale geldiğinde ise çok daha şaşırtıcı bir dönüşüm yaşanıyor. Gözler tamamen model değiştiriyor ve gözleri iri, yalın bir retina haline dönüşüyor. Bu retinada lens bulunmuyor ve dolayısıyla görüntü oluşturmuyor. Işığa çok daha duyarlı olan bu gözler, zifiri karanlıkta sadece hidrotermal bacaların yaydığı zayıf ışıkları kolaylıkla algılayabiliyor. Böylece etrafa 350 derecelik bir ısı yayan ve yaklaşan herşeyi pişiren hidrotermal bacaları da uzaklardan algılayabiliyorlar. 

Burada gerçekleşen dönüşüm tam anlamıyla bir mucize oluşturuyor. Çünkü gerek bileşik göz, gerekse yalın retina yapısındaki göz, birbirlerinden tamamen farklı tasarımlara sahipler. Bu kadar farklı iki tasarımın kusursuz olarak birbirini izlemesi, göz hücreleri tarafından yürütülen birçok hassas adıma dayalı, eksiksiz bir planın varlığını gerektiriyor. Dahası, bu karmaşık plana ait tüm bilgiler yengecin DNA'sında kendisi döllenmiş bir yumurta halindeyken dahi eksiksiz olarak bulunuyor. Bu bilgilerde gözün hangi tarafında hangi tür yapı moleküllerinin üretilip yerleştirileceği bellidir. Göz dönüşümüyle ilgili bilgiler, bu bilgi bankasından kusursuz bir zamanlama ve titizlikle ayrıştırılarak dönüşüm planı başarıyla uygulanır. 

Peki ama yengeçteki bu üstün tasarım nasıl ortaya çıkmıştır? Yengecin hiçbir düşünme yeteneği olmayan hücreleri ortak bir emre uyarlar. Elbette her kompleks tasarımın tasarımcısı olduğu gibi yengecin de bir tasarımcısı vardır. Yüce Allah yengeci, sahip olduğu kusursuz organ ve sistemlerle birlikte yoktan var edendir. Basınca dayanıklı yapısı, foton dedektörü gözleri, özel kıskaçları ve okyanus tabanında kolaylıkla ilerlemesini sağlayan ayaklarıyla yengeç, Allah'ın yaratılış delillerinden sadece bir tanesidir. Allah'ın yarattığı canlılarda bizim için ibretler vardır.


Hidrotermal Bacalar
Yengecin yaşadığı hidrotermal bacaların keşfi 1970'li yılların sonlarına uzanır. O dönemde keşfi bilim dünyasında büyük yankı uyandırmış olan bacalar, okyanus tabanlarındaki uzun yarıklar boyunca uzanırlar. Bu yarıklarda bulunan ve erimiş halde bulunan kayalar suyu ısıtır ve içlerindeki mineralleri ısınan suyla birlikte fışkırtırlar. Fışkıran mineraller çökelir ve zamanla birikerek bacaları oluştururlar. Bacalar civarında sıcaklık tam 400 dereceyi bulmaktadır. Normalde 100 derecede kaynayan su, derinliğin sebep olduğu basınç yüzünden bu kadar yüksek sıcaklıkta bile kaynamaz. Bu derinliklerde yengeçler, bakteriler, boyları 3 metreyi bulan dev solucanlar ve önceden hiç rastlanmayan derin su balıkları yaşamaktadır. Buradaki hayat türüyle ilgili bilinmesi gereken önemli bir özellik vardır. Burada hayat fotosenteze değil kemosenteze dayalıdır. Fotosentez güneş ışığına dayanan bir reaksiyondur. Oysa bu kadar derinlere güneş ışığının erişmesi imkansızdır. Beslenme zincirinin en altında bakteriler bulunur. Bunlar bacalardan sıcak suyla fışkıran sülfür elementiyle beslenirler. Kemosentez, bakterilere enerji sağlayan ve kimyasallara dayanan reaksiyonun adıdır. Diğer canlılar da bu bakterileri yiyerek enerji elde ederler. 

"Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz." 
(Müminun Suresi, 21)

KİRPİ BALIKLARININ CAYDIRICI YÖNTEMLERİ
Kirpi balıkları, yuvarlak görünümlüdür ve çok yavaş hareket ederler. Derileri genellikle dikenlerle kaplıdır. İlginç bir savunma yöntemleri olan kirpi balıkları, bir düşmanla karşılaştıklarında karınlarını çok hızlı bir şekilde suyla doldurur ve bu sayede balon gibi şişerler. Kirpi balıkları bu şekilde normal büyüklüklerinin iki katına ulaşır. Bu da düşmanlarının onları yutmasını engeller.
Bazı kirpi balığı türleri ise son derece zehirlidir. Tetrodoksin olarak adlandırılan bu zehir, kirpi balığının bağırsaklarında yaşayan bakteriler tarafından üretilir. Kirpi balığının bu özelliği, Yüce Rabbimiz'in yaratma ilminin sonsuzluğunun bir kanıtıdır.
OKÇU BALIKTAKİ MÜKEMMEL TASARIM
Doğadaki en keskin nişancılardan biri okçu balığıdır. Balık su yüzeyine yakın bir noktadan suya yakın bir dal ya da yaprakta duran böcekleri gözler. Hedefini belirlediği anda şaşırtıcı bir şey yapar: Ağzından püskürttüğü suyla hedefini vurur ve bulunduğu yerden suya düşürür. Adeta sudan bir okla vurduğu böceği hızla yakalayıp yutar. 

Bu avlanma şekli oldukça hassas ayarlamalara dayanır. Öncelikle balığın suyun içinden havada bulunan canlının yerini doğru şekilde belirlemesi önemli bir başarıdır. Çünkü ışık, yoğunluğu farklı ortamlar arasında geçiş yaparken kırılır, açı değiştirir ve yanılmalara neden olur. Suyun içine uzattığımız bir sopanın su içindeki kısmının görüntüsünün kırılmış durması gibi. 

Okçu balığı ise açı sapmasını “hesaplar” ve ona göre nişan alır. Fizikte kırılma indisi olarak bilinen faktör balığın hedefini vurmasını engellemez. 

Bu avlanmanın bir diğer önemli unsuru, balığın ağzında bulunan su püskürtme sistemidir. Balığın püskürttüğü su son derece düzgün bir çizgi üzerinde ve dağılmadan hedefine doğru ilerler. Bu sistem özel bir ağız yapısı ve kas dokusuna dayanır. Suyun püskürtülmesi için belli miktar basınç gereklidir. Gevşeyerek suyu içeri alan kasların aniden kasılmasıyla bu basınç elde edilmiş olur. 

Balık hedefini vurup suyun içine düşürdüğü böceği yakalamada çok hızlı davranmalıdır, çünkü başka balıklar bu avı kolaylıkla çalabilirler. Okçu balık için avını yakalamak hiç de sorun oluşturmaz, daha avına atışını yaparken onun nereye düşeceğini hesaplamıştır bile!
Bilimsel adı Toxotes jaculatrix olan bu balık türü üzerinde son bir araştırmayı, Almanya’nın Freiburg kentindeki Albert Ludwigs Üniversitesi’nden Stefan Schuster gerçekleştirdi. Balığı hızlandırılmış video kameraya çeken Schuster, avın düşeceği yerin ne kadar sürede hesaplandığını belirledi. Buna göre balık, avının nereye ve ne zaman düşeceğini çok kısa bir sürede, saniyenin yalnızca onda birinde hesaplayabiliyor. Journal of Experimental Biology adlı dergide yayımlanan çalışmaya göre bu hesaplama için tek bir bakış yeterli oluyor(1). 

Bir beyzbol oyununda karşıdan topa hızla vurulduğu anda topun nereye ve ne zaman ulaşacağını kestirmek imkansızdır. Oyuncu bir yandan koşarken bir yandan topu izlemek zorundadır. Balığın kabiliyeti, beyzbol oyuncusunun topa vurulur vurulmaz düşeceği noktaya gitmesi gibidir. 

Avların ağırlıkları farklılık gösterdiği için düşme hızları da farklı olur. Bu durum ise balığın vereceği kararı daha da karmaşık hale getirir. Balık ise her av için ayrı hesaplar yapar ve onu başarıyla yakalar(2). 

Yandaki resimde görüldüğü gibi okçu balığın yaptığı hesapta birçok değişken rol oynamaktadır. Böceğin su seviyesine göre bulunduğu yüksekliği (h), kendisi suyun içinde olmasına karşın mükemmel şekilde belirler. Ayrıca böceğin düşeceği nokta (P), böceğin yatay hızına (Vhor) da bağlıdır. Avın bu hızla ne kadar mesafe (d) alacağını hesaplar. Tüm bunlar saniyenin onda birinde gerçekleşir ve balık doğrudan P noktasına hamle yapar. 

Elbette bunlar kendiliğinden varolup tesadüfen biraraya gelmiş olamazlar. Böyle bir sistemin aşamalarla evrimleşmiş olması kesinlikle imkansızdır, çünkü bu üç parça indirgenemez komplekslik özelliği ortaya koymaktadırlar. Parçaların tamamı doğru organizasyon içinde ve aynı anda kusursuz olarak varolmalıdırlar. Parçaların birinin yarım ya da noksan olması durumunda sistemin tamamı işlevsiz hale gelir ve evrimin kendi mantığına göre bu organlar kullanılmadığı için körelir. 

Bu durumda balığın özel olarak tasarlandığı ve davranışı için gerekli bilgiye sahip olmadığı, ona ilham edildiği ortaya çıkar. Evreni ve içindeki herşeyi yoktan vareden, Üstün ve Güçlü olan Allah bu balığı sahip olduğu tüm sistemlerle mükemmel bir yaratışla yaratmıştır. Allah yeryüzündeki milyonlarca canlı türünü örneksiz varedendir. 

"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir". (Fatır Suresi, 2) 

(1) Journal of Experimental Biology, Rossel, S., Corlija, J. & Schuster, S., Predicting three-dimensional target motion: how archer fish determine where to catch their dislodged prey: 
http://jeb.biologists.org/cgi/content/full/205/21/3321?ck=nck#FIG4 

(2) Nature.com/nsu, Chorlatte Westney, Archer fish never look back, 30 Eylül 2002 ; 
http://www.nature.com/nsu/020923/020923-15.html
UZAY MEKİĞİ GİBİ BALIK
Kutu gibi olmasına aldanmayın. Bu balık, (Lactophrys triqueter) hantal görünümüne rağmen, suyun içinde çok çevik hareketler yapabiliyor. Mercanlarda yaşayan kutu balıkları için 'denizlerin yusufçuk böceği' benzetmesini yapmak mümkün. Bir yönde yüzerken aniden ters yöne dönüp rakiplerini aldatabiliyor. 

Amerikan donanması daha iyi su altı robotları geliştirmek için şimdi bu balığı mercek altına aldı. Bilim adamları Porto Riko'da yakalandıktan hemen sonra dondurulan bir kutu balığını bilgisayar destekli tarama cihazından geçirdiler.Daha sonra bu modeli, içinde özel moleküller bulunan suyla doldurulmuş bir tanka koydular ve üzerine akıntılar yönlendirdiler. Özel moleküllere lazer ışını tutarak moleküllerin florasan gibi parlamasını sağladılar, böylece balığın derisi üzerinde oluşan mini girdapları inceleme imkanı buldular. Sonuçta ortaya şaşırtıcı bir gerçek çıktı: Bu minik balık en ileri teknoloji ürünü mühendislik sistemlerine sahipti. Derinin girdap üretme ve böylelikle hareket oluşturma sistemi, uzay mekikleri ve Concorde tipi uçakların delta tipi (ince uzun üçgen şekilli) kanatlarında kullanılan mühendislik prensibine göre çalışıyordu! 

Balığın aerodinamik yapısı öyle tasarlanmıştı ki, yüzdüğü esnada aniden karşılaşacağı ters akıntıları bertaraf ediyor, hatta kendi lehine değerlendiriyordu. Sözgelimi ön cepheden alacağı bir akıntıyla burnu havaya kalkacak olsa, hemen vücudunu dengeleyecek bir girdap oluşturabiliyordu. Sırtının tam tepesinde oluşan en güçlü girdap oluyor, balığın kuyruk kısmını da yukarı çekerek alabora olmasını engelliyordu. 

"Bu balıklar, aniden ortaya çıkan tirbülansları ne zaman ve nasıl ortaya çıkarsa çıksınlar bir avantaj haline dönüştürebiliyorlar. Bunu robotlarda taklit edebilirsek, gidecekleri yere daha az enerji kullanarak ve daha kolay ulaşan makineler geliştirebiliriz. Balıktaki sisteme sahip bir robot bir akıntıyla karşılaştığında tekrar hedefe yönelmek için daha az bilgisayar işlemi gerektirecektir. Elbette böyle bir robot geliştirmek mümkün olursa, daha uzun süreli ve daha zorlu su altı araştırma görevleri gerçekleştirilebilir." diyor araştırma görevlisi Bob Gisiner ((1) http://sciencenow.sciencemag.org/cgi/content 
/full/2003/123/2
) . 

Bilim adamları şimdi kutu balığının değişik türlerini inceleyip bu süper yüzücülerde başka ne gibi mühendislik prensipleri gizli olabileceğini bulabilmeyi hedefliyorlar. 

Concorde uçakları ve uzay mekiklerindeki kanat tasarımları uzun süren araştırmalar sonucu geliştirilebilmiştir. Bu kanatları üreten mühendisler detaylı deneyler ve matematiksel hesaplardan sonra en verimli kanat yapısını keşfetmişlerdir. Elbette kutu balığının matematiksel hesaplara dayalı bir mühendislik harikası geliştirmesi, sonra da bunu kendi bedeninde üretmesi mümkün değildir. 

Bilim bir kez daha göstermektedir ki, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın yaratması kusursuzdur ve incelenen her yeni canlı bu kusursuzluğu gözler önüne sermektedir. 
YAŞAMAK İÇİN ZEHİRLİ GAZ SOLUYAN CANLILAR
 Deniz altında yer alan volkanların yakınında tüm canlıları yok edecek kadar sıcak, paramparça edecek kadar da asitli sular vardır. Bu bölgelere aynı zamanda güneş ışığı da ulaşamaz, dolayısıyla canlıların besin bulmaları da mümkün değildir. Bütün bu zorlu koşullara rağmen volkan ağızlarında zehirli gaz soluyarak yaşayan canlılar vardır. 

Deniz dibinin derin bölgeleri tıpkı karalardaki çöllere benzer. Güneş ışığından yoksun bu sularda besin kaynakları oldukça sınırlıdır, bu yüzden bu bölgelerde canlılara rastlanmayacağı düşünülmekteydi. Ancak 1977 yılında bilim adamlarının Galapagos Adaları'nın 320 km kuzeydoğusunda, deniz yüzeyinin 1600 m. altı gibi bir derinlikte yaptıkları bir keşif bu düşünceyi değiştirdi. Burada benzer yerlerden farklı olarak omurgasız türlerden büyük bir canlı topluluğu yaşıyordu: Uzunluğu bir metreye kadar varan ve bazalt kayalara yapışmış halde yaşayan dev deniz solucanları, 30 cm büyüklüğünde beyaz istiridye ve midye kümeleri, yengeçler, karidesler ve balıklar.
Deniz dibinde yaşayan bu canlıları ilginç kılan şey ise, sadece çok derin, karanlık sularda yaşamaları değildi. Bu canlı topluluğunun bireyleri deniz altında yer alan volkan ağzının yakınında yaşamlarını sürdürüyorlardı. Oysa burası, canlıları pişirecek kadar sıcak, paramparça edecek kadar da asitli sularla kaplıydı. 

Peki ama, birbirinden farklı özelliklere sahip bu canlılar hem güneş ışığı almayan ve dolayısıyla besin sağlanamayan, hem de son derece sıcak ve asitli bir ortamda nasıl yaşayabiliyorlardı? 

Araştırmalar bu sularda yaşayan canlıların, volkanların ağızlarından yayılan hidrojen sülfürün (H2S) zehirleyici özelliğini etkisiz kılacak bir tasarıma sahip olduklarını ortaya çıkardı. 

Allah'ın yarattığı bu özel tasarım sayesinde zehirlenip ölmedikleri gibi ihtiyaç duydukları besini ve enerjiyi bu yöntemle kolaylıkla temin edebiliyorlardı. Bunun için zehirli hidrojen sülfürü, oksijen ile "yakarak", su ve çeşitli sülfatlar ürettikleri ortaya çıktı. 

Hidrojen Sülfür + Oksijen > Su + Sülfatlar 

Bu kimyasal işlemin gerçekleşmesi için kükürdü işleyebilen bir bakteri ile kurulan özel bir organizasyona ihtiyaç duyuyorlardı. 

Çoğu hayvan için sülfür son derece zehirleyicidir. Sülfür, kandaki hemoglobine bağlanarak solunum yapılması için gerekli olan "sitokrom C oksidaz" enzimini engelleyerek canlının ölümüne neden olur. Allah, sülfürce zengin hidrotermal ağızlarda yaşayan canlıları sülfür zehirlenmesinden korunmalarını sağlayacak bir tasarım ile yaratmıştır. Tüp solucanı da (Riftia pachyptila) bu canlılardan biridir. Riftia'daki hemoglobin molekülünde sülfürün bağlanabilmesi için özel bir bölge vardır. Bu sayede oksijenle sülfür aynı anda kanda taşınabilmektedir. Hidrotermal ağızlarda yaşayan ve bilimsel adı Calyptogena magnifica olan istiridyede ise sülfürü canlının içindeki bakterilere taşıyan özel bir protein vardır. İstiridye bu protein sayesinde zehirli gazlardan korunur. Başka bir hidrotermal ağız canlısı olan bir tür yengeçte (Bytbograea thermydron) ise iç ortak yaşam bakterileri yoktur; bu yengeç, karaciğere benzeyen hepatopankreasında sülfürü zehirleyici olmayan bir kimyasal yapıya (tiyosülfat) dönüştürerek zehirleyici etkisini yok eder.

KENDİ BESİNLERİNİ ÜRETEN CANLILAR
Kükürtçe zengin ortamlar pek çok canlı için öldürücü nitelikte iken bazı bakteriler için burası eşsiz yaşam alanlarıdır. Bu bakteriler bitkiler gibi kendi besinlerini kendileri üretirler. Bilim adamları bu nedenle onları "kendibeslek" olarak adlandırırlar. Ancak bu bakteriler, besin üretimi sırasında karbondan bitkiler gibi güneş ışığını değil, hidrojen sülfürü kullanırlar. Bilindiği gibi bitkiler, karbondioksiti besin maddesi olarak kullanabilecekleri organik moleküllere dönüştürmek için gereken enerjiyi güneşten temin ederler. Bu nedenle bitkiler "ışık kullanan kendibeslek" olarak bilinirken; bu bakteriler ise "bakterilere kimyasal-kendibeslekler" olarak adlandırılırlar.
Sülfürü gerçekleştirdikleri kimyasal işlemler sayesinde kullanıma uygun hale getiren bu bakteriler, diğer hayvan türleri için de yiyecek sağlayarak volkanik ağızdaki besin zincirinin temelini oluştururlar. Yeşil bitkilerle kükürt bakterilerinin önemli bir ortak özellikleri, her ikisinin de besin zincirindeki ilk üretici olmalarıdır. Bu bakteriler deniz dibinde volkan ağzında yaşayan diğer canlıların varlığı için çok önemlidir. Kimyasal-kendibeslek bakteriler ile diğer canlılar arasında mucizevi bir ilişki vardır.

OKSİJEN YERİNE SÜLFÜR SOLUYAN CANLILAR
Bilim adamları kimyasal maddeleri çoğu zaman "yapısal formül" adı verilen bir gösterim ile yazarlar. Örneğin su için H2S ya da sülfürik asit için H2SO4. Yapısal formüllere bakılarak bir kimyasal maddede hangi elementin atomundan kaç tane olduğunu anlamak mümkündür. Mesela suda 2 hidrojen ve 1 oksijen atomu bulunur. Sülfürik asitte ise 2 hidrojen, 1 kükürt ve 4 oksijen atomu bulunur. Peki ya hemoglobin adlı proteinin yapısal formülünü yazmaya kalkışsaydık? 

Hemoglobin, içinde çok sayıda atom bulunan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Eğer yazmaya kalkışsaydık onun yapısal formülü bu bölümün tamamına ancak sığardı. 

Şüphesiz hemoglobinin karmaşık yapısı, yaptığı çok özel işle ilgilidir. Hemoglobinin en önemli özelliği, oksijen atomlarını yakalama yeteneğidir. Bu yetenekli molekül, kandaki milyonlarca molekül içinden özellikle oksijen moleküllerini seçer ve onları yakalar. 

Dünyaca ünlü mikrobiyolog Michael Denton, Nature's Destiny isimli kitabında hemoglobinlerin kusursuz tasarımlarından şöyle söz eder: 

"Hemoglobinin yerine başka alternatifler olabilir mi? Bilinen oksijen taşıyan sistemlerin hiçbiri hemoglobinin oksijen taşımadaki etkinliğine yaklaşamamışlardır bile." 

Tüp solucanındaki hemoglobin evrimciler için büyük bir açmaza neden olmuştur. Çünkü bu canlıda hemoglobinin molekül yakalama özelliğinin sadece oksijen için geçerli olması yeterli değildir. Aynı zamanda hemoglobinin üzerinde sülfürü de yakalayarak kendini bağlayacağı özel bir yer olmalıdır. Ancak bu zamanla gelişecek bir sistem değildir. Tüp solucanının hayatını devam ettiren bu sistemin bir anda ortaya çıkması gerekir. Oysa solucanın volkan ağzında yaşayabilmesi için aşamaları beklemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü böyle ortamda son aşamaya gelemeden zaten parçalanacaktır. İşte evrimcilerin açmaza girdiği nokta da burasıdır ve bu durum evrimcilerin iddia ettiği aşamalı oluşum iddialarını bir kez daha çökertmiştir. 

Burada kısaca özetlediğimiz bu mükemmel sistemin tesadüfen ortaya çıkamayacağı açıktır. Tesadüflerin canlı vücudunda bu kadar kapsamlı bir koordinasyona sahip olduğunu iddia etmek ise akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır. Her canlıda olduğu gibi kendi besinini yapan ve zehir soluyan bu canlıları da yaratan alemlerin Rabbi Allah'tır. 

"İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir Vekil'dir." (En'am Suresi, 102)
MUHTEŞEM ÇEŞİTLİLİK
Bugüne kadar bir litre deniz suyunda 3 bin bakteri türü bulunduğu düşünülüyordu. “454 tag sequencing” adı verilen yeni tasnifleme tekniğiyle yapılan son araştırmalar ise bir litre deniz suyunda 20 binin üzerinde bakteri türü bulunduğunu ortaya koydu (Der Spiegel, Im Meer lebt mehr, 1 Ağustos 2006). 

Atlas ve Pasifik Okyanusu'nda yapılan araştırmada 500-4000 metre derinlikte 8 ayrı noktadan numune toplandı(Der Spiegel, Im Meer lebt mehr, 1 Ağustos 2006).Woods Hole'daki Deniz Biyolojisi Laboratuvarı'nda çalışan ve aynı zamanda araştırmaları yürüten ekibin başkanlığını yapan Mitchell Sogin mikrobiyolojik çeşitliliğin bilinen veya tahmin edilenin çok üstünde olduğunu vurgulayarak, “Edindiğimiz yeni bilgiler doğrultusunda yürüttüğümüz tahminlere göre okyanuslarda 10 milyon çeşit yaşam formu olabilir” diye belirtti (Der Spiegel, Im Meer lebt mehr, 1 Ağustos 2006).
Hiç şüphesiz bilim dünyasındaki bu yeni bilgi, dünyanın her yerinde çok çeşitli canlı formlarının yaşam sürdüğünü yeniden akıllara getirmiştir. Gelişen teknoloji ile birlikte önümüzdeki dönemlerde daha pek çok keşfin yapılacağı tahmin edilmektedir. Nitekim Amerikalı bilim adamı Mitchell Sogin de yaptıkları önemli keşfin ardından şöyle demiştir: “Bu (çalışma) gerçekten, bilgi eksikliğimize ve daha öğrenecek ne kadar çok şey olduğuna işaret etmektedir.” (USA Today, Scientists Report Seas Contain More Microorganisms Than Thought, 1 Ağustos 2006). 

Bilim bir kez daha açık bir şekilde göstermiştir ki, dünyanın her köşesi muazzam bir çeşitlilik ile kuşatılmıştır. Binlerce metre derinlikteki okyanuslardan yüksek dağlara, sıcak çöllerden soğuk kutup bölgelerine kadar her yerde binlerce canlı türü bulunmaktadır. Çıplak gözle görülmeyen akarlardan onlarca metre uzunluktaki dev ağaçlara, tek hücreli organizmalardan deniz canlılarına, kuşlardan, sincaplardan rengarenk çiçeklere tüm canlılar Allah'ın sonsuz ilminin ve benzersiz sanatının göstergesidirler. 

Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi: “Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 3-4)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder