17 Temmuz 2012 Salı

DERİN DENİZLERDE NELER OLUYOR?

DERİN DENİZLERDE NELER OLUYOR?
 Günümüzde ulaşılan teknoloji ile yapılan araştırmalar sonucunda, uzun yıllar boyunca verimsiz olduğu düşünülen okyanusların derinliklerinde de yaşam olduğu belirlenmiştir. Güneş ışınlarının ulaşabileceğinden çok daha derinlerdeki bu yaşam, oldukça zorlu koşullara rağmen, Yüce Rabbimiz'in eşsiz yaratışı ile sürmektedir. 

Uzun yıllar bilim adamları tarafından verimsiz alanlar olarak değerlendirilen derin denizlerin, aslında benzersiz bir yaşama ev sahipliği yapmakta olduğunu biliyor muydunuz? Bu denizlerin verimsiz olarak değerlendirilmesinin en önemli nedenlerinden biri, ışıktan tamamen yoksun olmasıdır. Ancak güneş ışınlarının ulaşabileceğinden çok daha derinlerdeki zorlu koşullar yalnızca zifiri karanlıkla sınırlı değildir. Aynı zamanda yüksek basınç, zehirli gazlar, aşırı yüksek ve düşük sıcaklık, yanardağ etkinlikleri gibi birçok olumsuz koşula rağmen, derinlerde yaşayan tüm canlılar bu koşullara kolaylıkla uyum sağlamaktadır.
Daha tam olarak keşfedilememiş olan bu derin dünyada yapılan her araştırma, derin denizlerdeki hayranlık uyandıran yaşamın tanınmasına vesile olmaktadır.
DERİN DENİZLERDEKİ BİLİNMEYEN YAŞAM
Okyanuslarda derinliğe bağlı olarak sıcaklık, basınç, besin maddelerinin yoğunluğu ve ışık oranı değişir. 

Deniz yüzeyinden tabanına doğru inildikçe koşullar farklılık gösterir. Bununla birlikte her derinlikte, ortamın koşullarına uygun yapı ve sistemlere sahip canlılar yaşamlarını sürdürürler. 

En derin noktası 11.000 metre, ortalama derinliği ise 5.000 metre olan okyanuslarda, 100 metrenin altına güneş ışığı ulaşmaz. Dolayısıyla buralarda fotosentez imkanı yoktur. Yüksek bir basınç, 2-4°C gibi düşük bir sıcaklık ve sürekli karanlık vardır. Kıt besin kaynakları, sadece üst tabakalardan yağan atıklar ve organik maddelerden oluşur. Kısacası söz konusu olan, insanların alışkın olduğundan tamamen farklı bir ortamdır. Tüm bu zor koşullara rağmen, okyanusların derinliklerinde çeşitli balıklar, birbirlerinden çok farklı omurgasız canlılar ve mikroorganizmalar yaşarlar. 

Okyanuslarla ilgili olarak 21. yüzyılın başında keşfedilen bir biyolojik olgu şöyledir: Okyanus dibindeki çamur tabakasında bulunan bazı bakteri ve arkebakteriler metan tüketmektedir. Bu bizim için hayati öneme sahip bir faaliyettir. Bu mikroorganizmaların her yıl yaklaşık 300 milyon ton kadar metan tükettikleri sanılmaktadır. Uzmanlara göre; "Bu miktar, insanların tarım, çöp gömme ya da fosil yakıt kullanma yollarıyla atmosfere saldıkları metan miktarına eşittir." Dolayısıyla 20 Temmuz 2001 tarihli Science dergisinde belirtildiği gibi, "Bir zamanlar varlığı olanaksız sanılan bu metan yiyen mikropların, şimdi gezegenin karbon dolaşımı açısından çok önemli olduğu görülmektedir." 

Burada dikkat çekici olan, söz konusu bakteriler arasındaki kusursuz iş birliği ve düzendir. Ancak içinde bulunduğumuz yüzyılın teknolojisiyle anlaşılabilen iş birliği şöyle özetlenebilir: Bakteriler sayesinde (onlardan bazı yapısal farklılıklar taşıyan) arkebakteriler oksijensiz ortamda metanla beslenebilirler; arkebakteriler ise bakterilerin ihtiyacı olan karbonu sağlarlar. 

Okyanusların binlerce metre derinliklerinde, oksijenin dahi bulunmadığı çamur katmanında yaşayan bu gözle görülmeyen canlılar durmaksızın insanlar için çalışırlar. Bu tek hücreli canlıların yok olmaları durumunda neler olacağını düşünmek, bunların bizim için önemini açıkça gösterir: Bu mikroorganizmalar ortadan kalktıkları takdirde, açık denizlerin dibinde bulunan büyük miktardaki metan gazı atmosfere karışır, sera etkisi nedeniyle küresel ısınma baş gösterir, dünyanın her yerindeki iklim dengeleri bozulur ve dünya yaşayamayacağımız kadar sıcak bir gezegene dönüşürdü. 

2001 yılında anlaşılmıştır ki, okyanusların altındaki yer kabuğunun içinde bazı bakteri türleri yaşamaktadır. Bu mikroorganizmaların doğal yaşam alanı, deniz yüzeyinin binlerce metre altındaki okyanus tabanının 300 metre derinliğe kadar olan bölümüdür. Yaşam alanlarının yanı sıra, söz konusu canlıların faaliyetleri de insanı hayrete düşürmektedir. Bu bakterilerin besin kaynakları kayalardır; kayaları yiyerek beslenirken tüm canlılar açısından çok önemli bir işi daha gerçekleştirirler: Okyanuslarda, elementlerin ve kimyasal maddelerin dolaşımına önemli katkıda bulunurlar. Bu noktada daha dikkatli düşünürsek, yeryüzündeki yaşam için çok önemli olan bu işlemi yapanların, tüm laboratuvarlar ve bilim adamlarının biraraya gelseler bile yapamayacakları bu işi gerçekleştiren varlıkların tek hücreli organizmalar olduğu görülecektir.



DERİN DENİZLERİN KEŞFİ
Güneş'in canlılara büyük yarar sağlayan ışınları, denizlerde ancak 200-300 metre derinliğe kadar ulaşabilmektedir. Okyanus canlıları da bu nedenle bu aydınlık kuşakta yaşamayı tercih etmektedirler. Aydınlık kuşakta üretilen besinin ve canlı artıklarının bir bölümüyse zamanla okyanusun derinliklerine ulaşır ve daha aşağılardaki canlıların yaşamasını mümkün kılar. (Günümüz teknolojisi ile yapılan ölçümlere göre güneş ışığının % 3-30'u deniz yüzeyinde yansıtılır. İlk 200 metredeyse ışık spektrumunun mavi ışığı en son olmak üzere 7 rengin tümü ardı ardınca emilir. 1000 metrenin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir.) 

Deniz altında araştırma yapan ilk bilim adamları tüm bu detayları hesaba katarak 600 metreden daha derin yerlerde canlı yaşamı olmadığını ileri sürmüşlerdir. Çünkü eğer derinlerdeki canlılar yalnızca yukarıdaki canlılardan arta kalan yiyecekler sayesinde yaşıyorlarsa, belli bir derinlikten sonra besinler tükenecek ve derinlerdeki canlılar yaşamlarını yitireceklerdi. Ancak ilerleyen yıllarda yapılan araştırmalar, okyanusların en derin yerlerinde bile canlıların yaşadığını göstermiştir.

1977 yılında okyanusların derinliklerinde bulunan sıcak su ağızlarında yapılan araştırmalar sonucunda, derin denizlerde yaşam olduğu belirlenmiştir. O zamana kadar canlı yaşamının imkansız olduğu düşünülmüşse de, bilim adamları bu araştırma sonucunda sıcak su ağızlarında beklemedikleri bir görüntü ile karşılaşmışlardı. Sıcak su ağızları yoğun bir şekilde omurgasız canlılarla çevriliydi. Bu canlıların bir bölümü, daha önceden tanınan midye gibi canlıların çok daha büyükleriyken, bir bölümü de ilk defa karşılaşılan dev tüp solucanlarıydı. 

Yapılan keşifte bilim adamlarını en çok şaşırtan, sıcak su ağızlarındaki kompleks yaşam ve canlı çeşitliliğiydi. Ancak bilim adamlarında merak uyandıran konu, güneş ışığı da dahil tüm besin kaynaklarından uzak olan bu ekosistemin nereden beslendiği olmuştur. Bu doğrultuda yapılan araştırmalar sonucunda ise mucize gerçek ortaya çıkmıştır: Okyanusun derinliklerindeki sıcak su ağızlarında besin için ne ışığa ne de suyun yüzeyinden aşağıya çöken besin ve canlı artıklarına ihtiyaç vardır. Sıcak su ağızlarında, kimyasal olarak besin üreten canlılar bulunmaktadır.

Kimyasal Besin Üretimi
Sıcak su ağızlarındaki harikulade doğal yaşam keşfedilinceye kadar, bu tarz ekosistemlerdeki besin üretiminin ancak ışık enerjisi ile mümkün olduğu düşünülmekteydi. Ancak bu araştırma sonucu keşfedilen bir diğer gerçek, sıcak su ağızlarında yaşayan ve besin üreten canlıların, basit moleküllerdeki kimyasal enerjiden yararlanan bakteriler olduğuydu. "Kemosentez" olarak adlandırılan bu işlemde bakteriler, sıcak su içinde çözünmüş hidrojen sülfür, hidrojen ve metan gibi gazlardaki kimyasal enerjiyi kullanıp karbondioksitle suyu birleştirerek besin üretiyorlardı.

Sıcak Su Ağızlarında Ortak Yaşam
Yapılan araştırmalar sonucu kimyasal enerjiden besin üreten bakterilerin ardından, birçok canlı ve olağanüstü sistem daha keşfedilmiştir. Bunlardan biri de sıcak su ağızlarında yaşayan canlılar arasındaki ortak yaşam ilişkisidir.
    
Ağızdan çıkan sıcak suyun okyanusun soğuk suyu ile karışması sonucu, ağız çevresinde yaşama ve ortak yaşama imkan sağlayan bir ortam oluşur. Sıcak su ağızlarında yaşayan canlıların büyük bir bölümü, sıcaklığı 10-200C arasında değişen bu ılıman bölgede yaşar. Kemosentez yapan bakterilerin aşırı sıcağı sevenleri ise sıcaklığın 1000C'yi bulduğu bölgelerde yaşar. 

Okyanus derinliklerindeki sıcak su ağızlarında yaşayan canlıların başlıcaları, eklembacaklılar, yumuşakçalar ve solucanlardır. Önceleri bu canlıların yaşamlarının av-avcı ilişkisine dayandığı düşünülmüşse de araştırma ilerledikçe bu açıklamanın yeterli olmadığı ve burada yaşayan canlılar arasında ortak yaşam ilişkisi olduğu ortaya çıkmıştır. 

Sıcak su ağızlarındaki doğal yaşamın en dikkat çekici canlılarından biri, ne besin alacak bir ağzı ne de aldığı besinleri sindirecek bir sindirim sistemi olmayan dev tüp solucanlarıdır. Araştırmalar sonucunda dev tüp solucanlarının, trofozom adı verilen organında kemosentez yapan bakteriler olduğu ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda bilim adamları sıcak su ağızlarındaki yaşamın önemli bir sırrını aydınlatmışlardır. Dev tüp solucanı kendi hücreleri içinde yaşayan bakterilere kimyasal madde sağlarken, bakteriler de solucana besin sağlıyordu. Bu bilimsel gerçeğin bulunmasının ardından midye ve tarak gibi ağız çevresinde yaşayan diğer pek çok canlının da kemosentez yapan bakterilerle benzer bir ortak yaşam ilişkisi içinde olduğu keşfedilmiştir.

Derin Karanlıklardaki Zorlu Koşullar
Yeni bir sıcak su ağzı oluştuğu andan itibaren o bölgedeki doğal yaşamda birçok zorlu koşul oluşur. Okyanusun en alt tabakasında yeni bir ağız meydana geldiğinde, buraya ilk yerleşen canlılar kemosentez yapan bakterilerdir. Oldukça fazla sayıda ve hızla çoğalan bu bakteriler, ağız çevresinde kalın bir tabaka oluştururlar. Bu oluşumun ardından diğer canlılar da zamanla ağız çevresine yerleşmeye başlarlar. Besin kaynaklarından bu denli uzak ve soğuk olan bu bölgelere daha sonra sırasıyla karides benzeri amfipod ve kopepodlar, karides ve salyangozlar, tüp solucanları, ıstakozlar, ahtapotlar, midye ve taraklar yerleşir.
Ancak her zaman için bu bölgelerde yaşam koşullarını olumsuz etkileyecek şartlar oluşabilir. Örneğin buradaki canlılar, sıcak su ağzında etkinliğin çok artmasıyla haşlanabilirler. Ya da ağıza su sağlayan kaynağın yön değiştirmesi ya da tıkanmasıyla ağızdaki canlı yaşamı sona erebilir. Bu durumda mevcut besin kaynakları yok olacağı ve suyun ısısı aniden düşeceği için sıcak su ağzının çevresinde yaşayan tüm canlılar büyük zorluklarla ve hayati tehlikelerle karşı karşıya kalırlar. Bu noktada yapılabilecek tek şey yeni bir sıcak su ağzı bulmaktır. Ağız çevresinde yaşayan canlılar ya bir yere tutunarak yaşadıkları ya da çok yavaş hareket ettikleri için yeni bir ağız bulmaları oldukça zordur. Ancak bu duruma rağmen hareket edemeyen canlılar, yüzebilen larvalarının yeni bir ağız bulmaları sayesinde mucizevi bir şekilde soylarını devam ettirirler.

Kuran'da Bildirilen "Denizlerdeki Karanlık"
Günümüz teknolojisi kullanılarak üretilmiş olan denizaltı gibi araçlar ve çeşitli özel aletler, denizlerin genel coğrafi yapısı, derinliği gibi bilgilere ulaşmakta kullanılan en önemli unsurlardır. Bu araçlar sayesinde yapılan ölçümlere göre, güneş ışığının % 3-30'u deniz yüzeyinde yansıtılır. İlk 200 metredeyse ışık spektrumunun mavi ışığı en son olmak üzere yedi rengin tümü ardı ardınca emilir. Derin denizlerdeki genel ortam Oceans (Okyanuslar) adlı kitapta şu şekilde tanımlanmaktadır: 

Bugün biliyoruz ki, derin denizlerdeki ve okyanuslardaki karanlık, yaklaşık olarak 200 metre ve daha derin yerlerde olur. Bu derinlikte, hemen hemen hiç ışık yoktur. 1000 metrenin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir. (Danny Elder, John Pernetta, Oceans, Mitchell Beazley Publishers, London, 1991, s. 27.) 

Bir insanın teknolojik aletler olmadan 70 metreden daha derine dalması çoğunlukla mümkün değildir. Bununla birlikte bir insanın yardımsız olarak okyanusların 200 metre civarındaki karanlık derinliklerinde yaşaması da kesinlikle mümkün değildir. Bu nedenle bilim adamları denizler hakkındaki detaylı bilgileri çok yakın zamanlarda keşfetmişlerdir. Oysa engin denizlerin karanlık olduğu, Kuran'da bundan 1400 sene önce Nur Suresi'nde bildirilmiştir. 

Hiçbir teknolojinin, dolayısıyla insanların denizlerin derinliklerine dalacak araçlarının olmadığı bir dönemde, böyle bir bilginin verilmiş olması şüphesiz Kuran mucizelerinden biridir. Denizlerdeki karanlıkların bilgisinin geçtiği Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır: 

Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur. (Nur Suresi, 40)


Sonuç
Bilim dünyasında büyük yankı uyandıran sıcak su ağızlarının keşfi, önemli bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Bu ağızlarda yaşayan canlıların bir bölümü incelenmiş ve tanımlanmış olsa da % 95'i henüz tanımlanamamıştır. Sıcak su ağızlarındaki bu yaşam ve canlı çeşitliliği Yüce Rabbimiz'in evrenin her noktasındaki hakimiyetini, ilmini ve rahmetini sergilemektedir. Evrendeki herşeyi yaratan, evrenin her köşesinde sonsuz aklını tecelli ettiren Yüce Allah'tır. Allah'ın ilmiyle her yeri kuşattığı Kuran'da şu şekilde bildirilmektedir: 

Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. (Taha Suresi, 98)

BALIKLARDAKİ MUCİZEVİ ÖZELLİKLER BALIKLAR SUDA NASIL YAŞARLAR?

BALIKLARDAKİ MUCİZEVİ ÖZELLİKLER
BALIKLAR SUDA NASIL YAŞARLAR?
 Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) 

Şu an yaşayan ve bundan yüzlerce yıl önce yaşamış olan tüm balık türleri, Allah’ın onlar için yaratmış olduğu mükemmel sistemler sayesinde su altında rahatlıkla yaşayabilirler. 

Balıkların suda ne kadar kıvrak ve hızlı hareket ettiklerini herkes bilir. Balığın yüzebilmesi için ekstra bir hareket yapmasına gerek yoktur, bunun için kuyruğunu sağa sola sallaması yeterlidir. İşte balıkların suyun içindeki bu rahat hareketleri, kıvrak omurgaları ve vücutlarındaki bazı sistemler sayesinde gerçekleşir. 

Balıklar, durgun halde yüzerken aniden yüksek hızlara ulaşabilmek için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Ani hızlanabilmek onlar için çok önemlidir; çünkü avcılardan kaçabilmek için buna ihtiyaçları vardır. Üstelik balıklar suyun içinde çoğu zaman akıntıya karşı hareket etmektedirler. 

Balıkta böyle bir gücün ortaya çıkmasını sağlayan, omurgasının ve kaslarının özel yapısıdır. Omurga, balığın vücudunun dik durmasını, ayrıca yüzgeçlerin ve kasların kendisine bağlanmasını sağlayacak bir yapıya sahiptir. Eğer böyle olmasaydı, balıkların suda hareket etmeleri imkansız hale gelirdi. Ancak yalnızca omurgasının özel biçiminin olması, bir balığın yüzebilmesi için yeterli değildir. Çünkü, balığın su içindeki tek hareketi ileri geri değildir; eğer bir balık su içinde aşağı yukarı hareket edemezse yaşayamaz. Balık, bu hareketi de başka bir vücut sistemi ile yapabilir. Balıkların vücutlarında hava keseleri vardır. Bu keseleri hava ile doldurarak derinlere inebilir veya havayı boşaltarak su yüzeyine doğru çıkışa geçebilirler.
Peki şu sorunun cevabını hiç düşündünüz mü? Balıklar sürekli su içinde olmalarına rağmen nasıl olup da zarar görmemektedirler? Biz suyun içinde belli bir süre kaldıktan sonra derimiz bu durumdan etkilenmeye başlar, bu süre uzarsa cildimiz zarar görür. Oysa balıklarda böyle bir şey olmaz. Çünkü balıkların üst derisinde sert parlak bir tabaka vardır. Bu tabaka suyun vücuda girmesini engeller. Eğer bu tabaka olmasaydı, balığın vücudu zarar görecek, hatta içeri su girmesi nedeniyle vücut dengesi bozulacak ve balık da ölecekti. Ancak bunların hiçbiri olmaz ve balıklar suyun içindeki yaşamlarını rahatlıkla sürdürürler. 

Yeryüzündeki bütün balık türleri bu özelliklerin tamamına eksiksiz olarak sahiptir. Günümüzden çok daha önce yaşamış balıklarda da bunların hepsi vardır. Balıklar milyonlarca yıldır hiç değişmemişler, hep aynı mükemmel yapıya sahip olmuşlardır. Bunu, milyonlarca yıl öncesinde yaşamış balıklardan günümüze gelen kalıntılarda görmek mümkündür. Fosil adı verilen bu kalıntılarda, balıkların geçmişte de yine bugünkü ile aynı oldukları, hiç değişmedikleri açıkça belli olmaktadır. Bu durum bize balıkların bir anda ortaya çıktıklarını gösteren delillerden biridir. Balıkların sahip oldukları bütün özellikleri onlara veren, evrendeki herşeyi yaratan Yüce Allah’tır. Allah bütün canlıların ihtiyaçlarından haberdar olandır. Bir Kuran ayetinde şu şekilde buyrulur: 

“Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4)
BALIKLARDAKİ YÜKSEK VERİMLİ YÜZME TEKNİKLERİ
 Hemen hemen tüm makineler sabit bir eksen etrafında, sabit bir dönme hızında hareket eden ve şaft denen parçalar aracılığı ile güç üretirler. Hayvanlar da güç üretirler, ancak onların çalışma sistemi makinelerden çok farklıdır. Onlar, makinelerden çok daha mükemmel bir tasarıma sahip olan ve ileri-geri hareket eden manivelaya benzeyen motorlar sayesinde enerji elde ederler. Canlıların motorları, büzülüp esneme özelliğine sahip olan kaslarıdır. 

Bu motorların bir örneğine su canlılarında rastlamak mümkündür. Sualtı canlılarındaki her bir manivela birbirine öyle bir biçimde bağlanmıştır ki, hareket tek bir düzlemde gerçekleşir. Bu hareketi balıkların sudaki yüzüşünü düşünerek gözünüzde canlandırabilirsiniz. Balığın omurgası, yerde kıvrılıp giden bir yılan gibi devamlı olarak sağa sola kıvrılır. 

Bir balığın yüzebilmesi için kuyruğunu sallaması yeterlidir. Normal şartlar altında kuyruk bir yöne büküldüğünde, balığın ön tarafının, arka tarafın tam tersi yönde ve aynı şiddette savrulması gereklidir. Ancak böyle olmaz. Çünkü balıkların vücutlarının ön tarafı bu etkiyi ortadan kaldıracak biçimde yaratılmıştır. Aynı zamanda su, hareket esnasında baş tarafa dikey bir kuvvetle etki eder. Tüm bunlar baş kısmın su içindeki salınımının, kuyruk kısmındakinden daha küçük olmasına neden olur. İki taraf arasındaki bu farklılık balığın su içindeki hareketini sağlar. 

Balığın ileri doğru hareket hızı, yüzgecin balığın omurgasından geçen eksenin sağına ve soluna gidiş geliş hızı ile doğrudan bağlantılıdır. Yüzgeç eksene yaklaştığında hız artar, uzaklaştığında da azalır.

Maksimum Verimli Bir Sistem
Acaba bu sistem ne kadar verimlidir? 

Cambridge Üniversitesinden Prof. Richard Bainbridge ve arkadaşları bir sualtı kamerasıyla yaptıkları gözlemlerle bu soruya yanıt aramışlardır.
    


Gözlemler, sualtında sakin duran bir balığın korkutulduğunda inanılmaz bir hızla harekete geçebildiğini ortaya koymuştur: 

Küçük bir tatlı su balığı, durağan haldeyken 1 saniyede 10 vücut boyu kadar ileri fırlayabilir. 20 cm. boyundaki bir balığın ulaşabildiği hız ise saatte 8 km. kadardır. Balık büyüdükçe hızı da artar. Prof. Bainbridge, 32 cm. boyundaki bir balığın uzunca bir süre saatte 13 km. hızla hareket ettiğini görmüştür. Bu hız balığın kuyruk sallama sıklığı ile doğru orantılıdır. Bir balık kısa sürede ne kadar çok kuyruk sallarsa hızı da o kadar artar. 

Balıklar, yüzerken oldukça yüksek bir enerji harcarlar. Ancak ani hızlanmanın balıklar için hayati bir anlamı vardır; çünkü hem avlanmak hem de avcılardan kaçabilmek için bu ani atağa ihtiyaçları vardır. 

Bazı küçük balıklar, durma noktasından maksimum hızlarına saniyenin 20’de biri kadar kısa bir sürede çıkabilirler. Bu sırada ürettikleri itme kuvveti kendi ağırlıklarının 4 katı kadar olmaktadır. 

Bu verilerin ne anlam ifade ettiğini tam olarak anlamak için şöyle bir karşılaştırma yapalım: Spor arabalar sıfır kilometreden 100 kilometreye, 4 ila 6 saniye arasında çıkarlar. Maksimum hızlarına ulaşabilmeleri için daha da fazla zamana ihtiyaçları vardır. Oysa balıklar için bahsettiğimiz süre, tekrar hatırlatmak gerekirse, saniyenin 20’de biridir. 

Bütün bunların yanısıra gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Balıklar bu üstün performanslarını suyun içinde, hatta bazen akıntıya karşı göstermektedirler. Suyun direncinin havadan daha fazla olduğu düşünüldüğünde, balığın küçümsenmeyecek bir performansa sahip olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. 

Bu konudaki en güzel örnek hiç kuşkusuz ki somon balıklarıdır. 

Açık denizlere açılan somon balıkları, ancak doğdukları nehre varabildikleri takdirde nesillerini devam ettirebilirler. Çünkü burada yumurtalarını bırakmaları gerekmektedir. Bu nedenle somonların yumurtlama yerlerine varabilmeleri için, devamlı olarak nehir yukarı yani akıntıya karşı yüzmeleri gereklidir. Bu arada karşılarına çıkan şelale gibi engelleri de aşmalıdırlar. 

Bir somon balığı bulunduğu yerden 4 m. İleriye, su seviyesinden 2 m. Yukarı sıçrayarak ulaşabilir. Böyle bir atlayış sırasında somonların sudan çıkış hızları saatte 24 km.’yi bulur. Bu atlayışın sonundaki düşme pek çok canlı için ölüm demektir. Somon balıkları da eğer bu atlayışları yapabilecekleri bir kas ve iskelet yapısına sahip olmasalardı elbette yaşamaları mümkün olmazdı. 

Burada, daha önce de dikkat çektiğimiz bir noktayı hatırlatmakta fayda vardır: Kuşkusuz somonlar, küçük bir su birikintisinde yaşamlarını devam ettiren canlılar da olabilirlerdi. Yaşamak ve üremek için pek fazla bir şeye ihtiyaç duymayabilirlerdi. Basit bir sindirim, solunum ve üreme mekanizmasıyla yaşayabilirlerdi. Ancak bu canlılar, müthiş bir ilhamla sadece üreyebilmek için normal şartlarda bir balık için neredeyse imkansız olan bir işe girişirler. Akıntıya ters yüzer, şelaleleri aşar ve terk ettikleri akarsu yatağına ulaşırlar. Çünkü böyle yaratılmışlardır. Böylesine kapsamlı bir yaşam biçimini var eden yüce Allah’tır. Bu yaratılışa şahit olup, Rabbimizin gücünü ve kudretini tanıyan insanlar yalnızca Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmak için çalışırlar. Bu gerçeği fark edemeyenler ise, canlılardaki bu gibi mükemmel yaratılış özelliklerine başka açıklamalar getirebilmek için tüm yaşamlarını harcayacak, ahirette ise inkar etmenin zorlu karşılığını alacaklardır. 

“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah ‘ a tevekkül ettim. O ‘ nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır).” (Hud Suresi, 56)
  
BALIK KALBİ KENDİNİ YENİLİYOR
 Zebra balıkları üzerinde yapılan bir araştırma bu balıkların otomatik bir kalp yenileme sistemine sahip olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmanın sonuçları kalp hastalıklarını tedavide kullanılabilecek. Howard Hughes Tıp Enstitüsü’nden Mark Keating liderliğindeki bilim adamları balığın kalbini tam %20 oranında kesiler. Kalbinin 5’te biri kesilmiş balıklar 1 hafta sonunda normal balıklar seviyesinde bir hareketlilliğe kavuştular. 1 ay sonunda ise yepyeni bir kalp duvarı örülmüş oldu. İki ay sonunda ise kalp üzerinde hiçbir yara izi kalmayacak şekilde yenilenme tamamlanmış oldu.
Bu yenilenme sırasında kalp hücreleri arasında çok yönlü bir işbirliği yürütülüyor. İlk aşamada yaranın üzeri örtülecek şekilde kalp hücreleri üretiliyor. Bundan sonra hücrelerde kalbin eksik bölümünü dolduracak hızlı bir üreme başlıyor. Bu yenilemede en şaşırtıcı davranış ise komşu kalp hücrelerinden geliyor. Bu özelleşmiş kalp hücreleri kendi özelliklerini bir yana bırakıp farklılaşıp gerekli yerlere göç ediyorlar. Birer kök hücresi olan bu komşu hücreler gerekli bölgedeki dokunun özelliğine bürünüp başlangıçtaki karakterlerini bir yana bırakmış oluyorlar. 

Hücreler arasındaki bu işbirliği moleküler seviyede anlaşılabilecek olursa insanlarda kalp sıkışmaları sonucu meydana gelen doku zedelenmelerini tedavi etmek mümkün olabilecek. Ancak hücrelerin birbirleriyle haberleşmede kullandıkları “dili” anlamak günümüzün ileri bilim seviyesiyle bile yakın görülmüyor. Bu yüzden balık kalbindeki hücre işbirliği bilim adamları için önemli bir model oluşturuyor. Araştırma lideri Keating “ Bu balık, araştırmalarımızı ‘Karanlık Çağlar”dan çıkarabilir” yorumunu yapıyor(1). 

Bu balık canlı hücrelerdeki bilinci bir kez daha göstermiş oluyor. Şuursuz atomlardan meydana gelen ve herhangi bir düşünme yeteneğine sahip olmayan hücreler arasında böyle bir işbirliğinin sürdürülmesi, tüm bu hücrelerin ilhamla hareket ettiğini gösteriyor. 

Allah yeryüzündeki sayısız canlıdaki hücrelerin her birini kontrol etmektedir. Mülkün tümü O’na aittir. 

“Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur”. (Bakara Suresi, 107) 

(1) AAAS News Service: “Zebrafish may point the way to mending a broken heart”, 12 Aralık 2002 
http://www.eurekalert.org/pub_releases/2002-12/hhmi-zmp121002.php
BALIKLARDA ÖZEL YAPILAR: HAVA KESESİ VE DERİ
 Balıklar suda son derece rahat hareket ederler. Vücutlarında bunu kolaylaştırıcı birçok sistem birarada bulunmaktadır. Tasarımları ve fonksiyonları birbirinden tamamen farklı olan, biri olmadan işe yaramayan bu sistemler Allah’ın yaratma sanatının örneklerindendir. 

Balıkların her yöne hareketi nasıl sağlanır? 

Hepimizin bildiği gibi balıklar su içindeki ileri-geri hareket ederken yüzgeçlerini kullanırlar. Ancak bu sistem yukarı ve aşağı hareket etmelerine yardımcı olmaz. Balıkların yüzgeçlerini kullanmadan da hareket ettiklerini biliyor musunuz ? 

Balıkların hayatta kalması için çok önemli olan bu sistem son derece süratli işleyen bir tasarım harikasıdır.
Balıkların vücutlarında hava keseleri bulunur. Bu keseler sayesinde kısa sürede derinlere inebilir veya su yüzeyine doğru çıkabilirler. Balık derinlere indiğinde, hava keselerinin ikinci bir hayati önemi daha ortaya çıkar. Çünkü derinlik arttıkça balığın üzerindeki fiziksel etkiler de değişir, değişen bu şartlara hava kesesindeki gazın azaltılıp, çoğaltılmasıyla uyum sağlanır. 

Bunların yanı sıra balıkların ağırlık merkezleri de genellikle hava keselerinden geçecek şekilde tasarlanmıştır. Bu sayede dengenin bozulması halinde yüzgeçlerinin çok küçük hareketleriyle balık yeniden dengesini sağlayabilir veya istediği pozisyonda durabilir. 
 
BALIKLARDA SÜRTÜNMEYİ ENGELLEYEN ÖZEL DERİ
Balıkların sudaki hareketini kolaylaştırıcı birçok sistem birarada yaratılmıştır. Bu sistemlerin tasarımları ve fonksiyonları birbirinden farklıdır. Ancak biri olmadan diğeri bir işe yaramamakta, herhangi bir eksiklikte canlı ölmektedir. 

Balıkların pek çoğunun vücutları oldukça dayanıklı bir deri ile kaplanmıştır. Bu deri, alt ve üst olmak üzere iki tabakadan oluşur. Üst deri içinde mukus salgılayan bezler bulunmaktadır. Mukus kaygan ya da yapışkan bir yapıda olup, balığın su içindeki hareketi sırasında sürtünmeyi en alt düzeye indirmeye yarar. Dolayısıyla balıklara daha hızlı hareket imkanı verir. Ayrıca kayganlık özelliğiyle de balığın düşmanları tarafından yakalanmasını zorlaştırır. Mukusun bir başka özelliği ise hayvanı hastalık yapan organizmalara karşı korumasıdır. 

Bundan başka, balıkların üst derisinde keratin benzeri bir tabaka da mevcuttur. Bu tabaka suyun vücuda girmesini engelleyerek, balığın vücudundaki iç basınç ile dış ortam basıncının dengelenmesini sağlar. Eğer bu tabaka olmasaydı, içeri su girmesi nedeniyle balığın vücudundaki basınç dengesi bozulacak ve balık ölecekti. 

Büyük bir ilim ve kudret gerektiren bu özellikler, balıkları Allah’ın yarattığını bize kanıtlayan delillerin yalnızca küçük bir bölümüdür. Allah Kuran’da, gücünün sınırsızlığını şöyle bir örnekle bildirmektedir: 

“… Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur, tümü O’na gönülden boyun eğmişlerdir. Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) Yaratan’dır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)
BALIKLAR EN İYİ TEMİZLİKÇİYİ NASIL SEÇERLER?
 Bazı balıkların en güvenilir temizlikçiyi işe almak için komşularının çalışanlarını gizlice gözlediklerini ve onların arasından seçim yaptıklarını biliyor muydunuz? 

Mercan kayalıklarında yaşayan balıkların üzerinde sık sık deri parazitleri toplanır ya da bunlar birikmiş ölü deri hücrelerine maruz kalırlar. Bu balıklar sağlıklı ve temiz kalmak için, parazitleri ve tortuları yiyecek küçük ’’temizleyici’’ balıklara ihtiyaç duyarlar. Nature bilim dergisinin 22 Haziran tarihli sayısında yayınlanan yeni bir çalışma, ”müşteri” balıkların temizleyicilerini diğer balıklara çalışmaya giden temizleyicileri izleyerek seçtiklerini ortaya çıkardı.

Balıkların Hayranlık Uyandıran Gözlem Yeteneği
Su dünyasında ünlü bir temizlikçi balık olan; sarı, mavi ve siyah çizgili Labroides dimidiatus, müşteri balığın derisindeki parazitleri gidermek için işe alınır. Ne var ki bu balıklardan bazıları temizlik yapmadan sadece müşteri balığın üzerindeki salgılarla kendi karnını doyurur. Buna rağmen müşteri balığın (bu çalışmada Scolopsis Bilineatus) temizleme vaadiyle onu kandıran balığı cezalandırdığı pek görülmemiştir.

Peki neden? Bu sorunun cevabı bilim adamlarını oldukça dikkat çekici bir gerçeğe götürdü: Müşteri balıklar komşularını gizlice izliyor ve bu sayede en güvenilir, görevine bağlı, sadık ve çalışkan temizlikçi balığı seçiyorlardı. Dolayısıyla da temizlik yapmayıp, yalnızca kendi karınlarını doyuran balıkları tercih etmeyerek, kendilerini kandırmalarını engelliyorlardı.

Canlılarda Sosyal İlişkilerin Gösterdiği Gerçek: Rabbimiz’in İlhamı
Bu bulgular su dünyasında çok kompleks sosyal ilişkilerin var olduğunu göstermektedir. Dikkat edilirse burada sözü edilen varlıklar, eğitim görmüş, meslek sahibi iş adamları ya da yöneticiler değil; akıl ve şuurdan yoksun, çoğu zaman haberdar bile olmadığımız kadar çok çeşidi olan, suda yaşayan balıklardır. Son derece iyi organize olmuş bu tip bir sistemin oluşması için, mutlaka balıkları yönlendiren, hepsine kendi işini yapmasını ilham eden, onlara emir veren bir "irade sahibi"ne ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bir düzen değil, büyük bir karmaşa ortaya çıkacaktır. İşte bu "irade sahibi", herşeyin sahibi olan, herşeye gücü yeten, bütün canlıları yönlendiren, yapmaları gereken şeyleri ilham ile emreden Yüce Allah'tır. 

Nitekim Kuran’da, herşeyin sahibinin ve denetleyicisinin Rabbimiz olduğu, her canlının onun ilhamıyla hareket ettiği açık bir şekilde şöyle haber verilir: 

“Ben gerçekten, benim Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O’nun alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.” (Hud Suresi, 56)

Güvenilir Balıklar Nasıl Seçiliyor?
Müşteri balıklar, temizlikçi balığın geçmiş çalışmalarını göz önünde bulundurarak, çalışkan balığı boş gezen balıklardan ayırt ederek seçmektedirler. 

Araştırmacılar, müşteri balıkların gözlemledikleri temizleyiciler için bir değerlendirme sistemi kurduklarını ve yüksek puana sahip olanların işe alındığını öne sürmektedirler.
BALIKLAR VE AMFİBİYENLER NASIL GÖRÜR?
 Balık gözlerinin küresel olması balıklara su altında nasıl bir kolaylık sağlar? 

Balık gözleri loş ışığa neden karadaki canlılardan daha duyarlıdır? 

Su altında üstün bir görüş yeteneğine sahip olan balıklar, bu görüş keskinliğini suyun üstünde nasıl devam ettirirler? 

Kurbağaların göz yapılarındaki hangi özellik, uçak mühendisleri tarafından taklit edilmiştir? 

Kainat üzerindeki her noktada tecelli eden Allah'ın ilmindeki mükemmelliği daha iyi anlayabilmek için Rabbimiz’in yarattığı canlıları incelemek gerekir. Çünkü Allah'ın sanatı, yarattığı milyonlarca canlı üzerinde milyonlarca farklı şekilde tecelli eder. Örneğin karada da suda da, hayvanlar için temel yaşam prensipleri değişmez. Ama su altı dünyasının canlıları, karada yaşayan canlılardan oldukça farklıdırlar. Çünkü su altı dünyası adeta başka bir gezegen gibidir.
Su altında da hayatta kalmak için nefes almak, beslenmek ve diğer canlılara av olmamak gerekir. Bu nedenle bir su canlısı etrafındaki dünyayı görmeli, düşmanını ve avını birbirinden ayırt etmelidir. Bunun için de su altında net görebileceği çok özel gözlere ihtiyacı vardır. Yüce Allah her balık türünü ihtiyaç duyduğu mükemmel donanımlı gözlere sahip olarak yaratmıştır. Tüm kâinatı yaratan Yüce Rabbimiz, gözleri yaratanın yalnızca Allah olduğunu bir Kuran ayetinde şöyle haber verir: 

"De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?" (Yunus Suresi, 31)

Balık Gözlerinin Genel Özellikleri
Balıklar avlarını koklamak yerine görerek avladıkları için Yüce Rabbimiz bu canlıların gözlerini tam onların ihtiyaçlarına yönelik olarak çok mükemmel ve çok yönlü olarak yaratmıştır.
  • Bazı balıklar suyun altını görebilme yeteneğinin yanı sıra suyun üstünü de görebilirler. Bazılarının ise renk görüşleri ve görüşlerinin çözünürlüğü çok üstündür. Balık gözlerinin bu üstün özelliklerinin sebebi kara hayvanlarından daha farklı bir göz yapısına sahip olmalarından kaynaklanır.
  • Balıkların gözleri dünyaya şeffaf bir örtü arkasından bakar. Bu perde dalgıçların sualtı gözlüklerini andırır.
  • Çoğu zaman oldukça yakındaki objeleri görmeleri gerektiğinden, balıkların gözleri de bu ihtiyaca göre yaratılmıştır. Küresel ve sert olan yapıları yakın plandaki objeleri görmeye göre ayarlıdır. Uzaktaki bir noktaya bakmak istendiğinde ise, bütün lens sistemi gözün içindeki özel bir kas mekanizmasıyla arkaya doğru çekilir. Bu özellik, gözün küresel olmasının kolaylıklarından biridir.
  • Balığın gözünün küresel olmasının bir başka nedeni ise ışığın sudaki kırılmasıdır. Göz, neredeyse suyla aynı yoğunluğa sahip bir sıvı ile dolu olduğundan dışarıda oluşan bir görüntü göze yansırken kırılma gerçekleşmez. Bunun sonucunda göz merceği dışarıdaki cismin görüntüsünü retina üzerine tam olarak odaklar ve balık insanın aksine suyun içinde son derece net görür.
  • 15 metre derinlikten sonra su optik filtre görevi görerek çoğu kızılötesi ve ultraviyole ışınları geçirmediği için, balıkların çok gelişmiş renk görüşüne ihtiyaçları yoktur. Çünkü dünyalarının genel renk tonu yeşile yakın mavidir.
  • Balıklar loş ışığa karadaki hayvanlardan daha duyarlıdır. Çünkü retinalarında loş ışığa duyarlı hücreleri daha fazladır. Bu sayede suyun içindeki ışıktan en yüksek oranda faydalanmış olurlar.

Şimdi bazı balıkların bu üstün özelliklere sahip gözlerini inceleyelim.


Köpekbalığı
Köpekbalıkları sığ sulardan derin sulara kadar her yerde yiyecek aradıkları için gözleri su basıncı değişikliklerine uygun olarak yaratılmıştır. Bu üstün yaratılış özelliği neticesinde gözün iç kısmı ve retina gözün dış yüzeyine uygulanan basınç farkını dengeler ve gözlerinin herhangi bir şekilde basınçtan zarar görmesine engel olur. Bu canlının gözleri çok az ışıkta görmeye duyarlı şekilde yaratılmıştır. Göz bu özelliği sayesinde düşük çözünürlükteki cisimleri insanlardan daha iyi görür ve keskin bir görüş kazanır. 

Değişik köpekbalığı türlerinin her birinin kendine özgü değişik göz tipleri bulunmaktadır. Örneğin çekiç başlı köpekbalığının gözleri başının iki tarafında uzanan loblarda yer alır. Bu yaratılış özelliği, hayvanın üç boyutlu görüntü kalitesini arttırmakta ve yüksek bir hızla avına doğru yüzerken aradaki mesafeyi daha iyi tahmin etmesini sağlamaktadır.

Dil Balığı
Yüce Allah dil balığının gözlerini vücut tipine çok uygun olarak yaratmış ve bu canlının vücuduna yerleştirmiştir. Deniz dibinde yaşayan ve yassı bir vücut şekline sahip olan bu balık, düşmanlarından korunmak için sıkça kumun içine saklanmak zorundadır. İşte bu vücut özelliği ve korunma biçimine bağlı olarak gözlerinin her ikisi de vücudunun aynı tarafındadır. Gözlerinin bu özelliği sayesinde kumun içinde düz bir şekilde yattığında düşmanlarını kumun içinden rahatlıkla görebilirler. Kuşkusuz dil balığının sahip olduğu bu özellik, Yüce Allah’ın sonsuz rahmetinin tecellisidir.

Dört-Gözlü Balık
Dört gözlü balıkların göz yapıları eşsizdir. Bu canlıların gözlerini eşsiz yapan özellik, her iki gözlerinde iki göz merceği olması ve aynı anda hem suyun altındaki hem de suyun üstündeki farklı cisimlere odaklanabilmeleridir. Balığa “dört gözlü balık” adı verilmesinin nedeni de budur. Bu gözlerde her göz merceği farklı bir yöne doğru bakabilme özelliğine sahiptir. Balığın büyük ve kurbağalara benzeyen çıkıntı şeklindeki gözlerinden bir yarısı su üstüne bakarken diğer yarısı suyun içini görebilir. Beynin aynı gözden gelen farklı görüntüleri tek bir görüntü haline getirmesi ve bunu aynı anda yorumlayarak bu canlıya bilgi vermesi elbette çok büyük bir mucizedir. Bu göz yapısının suyun dışını da görebilmeyi sağlaması balıkçılar tarafından avlanmalarını da zorlaştırır.

Amfibiyen Gözleri
Kurbağa, semender gibi çoğu amfibiyen, cisimleri renkli olarak algılar. Yüce Allah bu canlıların renkli görebilmeleri için farklı kimyasal bileşimlere sahip en az dört tür ışın algılayıcıları (foto reseptör) ya da görsel algılayıcılar yaratmıştır. Ayrıca amfibiyenlerin 360 derecelik geniş bir açıyla görebilme özellikleri bu canlılara üstün bir özellik sağlar. Yüce Rabbimiz bir Kuran ayetinde canlıları çok çeşitli şekillerde yarattığını şöyle haber verir: 

"Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir." (Nur Suresi, 45)

Semender
Semenderlerin vücutlarına oranla çok büyük gözleri vardır. Vücutları gibi gözlerinin de renkli olması gözlerinin korunmasını sağlayan önemli bir avantajdır. Semenderler görüntüyü üç boyutlu olarak algılayabilir, sağ ve sol gözlerinin retinalarına yansıyan iki değişik cismi karşılaştırarak mesafeyi belirlerler. Böylece avlarının tam yerini tespit ederek ani bir hareketle onu dilleriyle yakalarlar.(http://www.eyedesignbook.com/ch3/eyech3-e.html) 

Açıktır ki gerek balıklar gerekse amfibiyenler ait oldukları ortama en uygun şekilde yaratılmışlardır. Yüce Allah bu canlılara gözlerinin yapısı, şekli, görüş yetenekleri ile kusursuz özellikler bahşetmiştir. Rabbimiz’in bu derece çeşitli canlılar ve bu canlılara ait sistemler yaratması Kuran’da da bildirildiği gibi müminler için bir ibret (ders) kaynağıdır: 

"Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır..." (Nahl Suresi, 66) 

Su altında yaşayan canlılardan biri de su kaplumbağasıdır. Su kaplumbağaları genel olarak balıkla beslenirler ve bu sırada çok fazla tuz alırlar. Tuzun fazlası onlara zararlıdır ve bir şekilde bu fazla tuzu vücutlarından atmaları gerekir. Bunun için su kaplumbağalarının göz köşelerinde küçük özel bir torba bulunur. Tuz bezleri istenmeyen tuzu kaplumbağanın göz köşelerine aktarır. Sonra da gözyaşı üreterek bunu atar.

DENİZ MEMELİLERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

DENİZ MEMELİLERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Balinalar ve yunuslar, “deniz memelileri” olarak bilinen canlı grubunu oluştururlar. Bu canlılar memeli sınıfına dahildir, çünkü aynen karadaki memeliler gibi doğurur, emzirir, akciğerle nefes alır ve vücutlarını ısıtırlar. Ancak bu canlılar suda yaşayan memeliler oldukları için vücut yapıları diğer memelilerden oldukça farklıdır. Deniz memelileri tamamen suda yaşamak için tasarlanmış özel vücut sistemlerine sahiptirler, bu sayede hiç yorulmadan kilometrelerce yüzebilir, suda ve karada bulunan her şeyi aynı netlikte görebilirler.  www.doğadakiayetler.com  

TUZLU SUDA YAŞAM MUCİZESİ
Balinalar ve yunuslar gibi denizde yaşayan memelilerin, yaşamak için tatlı suya ihtiyaçları vardır. Ancak bu ihtiyaçlarını, diğer balıklar gibi tuzlu sudan karşılayamazlar. Bu memeliler su ihtiyaçlarının büyük kısmını, okyanustaki tuz oranının üçte biri kadar tuz içeren canlıları yiyerek sağlamaktadırlar. 

Bu kadar kıt su kaynaklarına sahip deniz memelileri için, vücutlarındaki suyun azami derecede korunması ve tasarruf edilmesi son derece önemlidir. Ünlü bilim dergisi Scientific American, bu önemli konuyu “deniz memelileri tuzlu suyu nasıl içiyor” başlığı altında inceledi. Deniz biyoloğu Robert Kenney dergide yapmış olduğu açıklamada deniz memelilerinin ihtiyaçları olan suyu yiyeceklerinden elde ettiklerini açıkladı. Robbert Kenney deniz memelilerinin tuzlu yiyeceklerden uzak durarak, vücutlarındaki tuz oranını azalttıklarına ve kanlarındaki suyu dengelediklerine dikkat çekti. (Scientific American Temmuz 2001) 

Yapılan araştırmalara göre deniz memelileri, kendilerine özgü çözümler sayesinde vücutlarındaki tatlı suyu korumayı başarmaktalar. Örneğin bu canlılar su kaybetmemek için terlemezler, çünkü derilerinde ter bezleri bulunmaz. Bu arada böbrekleri de, kandaki üreyi yüksek tutarak suyun idrarla atılımını azaltır. Böylece su kaybı da en aza indirilmiş olur.

KOMPLEKS MEKANİZMALAR
Bu hayati fonksiyonların deniz memelilerinin varlığı için şart olduğu çok açık. Ancak bütün bu hassas çözümleri deniz memelilerinin kendi özgür iradeleriyle düşünüp bulmuş olması mümkün değildir. Çünkü bu canlılar ne yiyeceklerini seçecek, ne de vücutlarındaki su korumasını yapacak bir akla sahip değildirler. Kaldı ki böyle bir akla sahip olmuş olsalardı da kendi vücutlarında söz konusu kompleks mekanizmaları teşhis etmeleri mümkün olmazdı.

Tüm bu akıl ürünü çözümler doğadaki pek çok canlıda karşımıza çıkan, bilimin gösterdiği birer yaratılış gerçeğidirler. Şüphesiz, deniz memelilerini yaratan ve onlara vücutlarındaki su dengesini nasıl korumaları gerektiğini ilham eden alemlerin Rabbi Allah’tır.

DENİZ MEMELİLERİNİN İLGİNÇ UYUMA ŞEKLİ
Amerika’daki South Caroline Aquarium yöneticisi Bruce Hecker ve çalışma arkadaşları yaptıkları araştırmalar sonucunda bu sorunun da cevabını bulmuş ve iki temel uyuma yöntemi ortaya koymuşlardır: 

Deniz memelileri suyun içinde yatay veya dikey şekilde, sessizce dinlenirler veya bir başka hayvanın yanında yavaşça yüzerken uyurlar. Tek başlarına yaşayan yunuslar da daha çok geceleri, uykunun daha derin bir formuna girerler. Buna ‘kütükleme’ denir, çünkü bu haldeyken yunus suyun yüzeyinde yüzen bir kütüğe benzer. 

Deniz memelileri aynı anda hem uyuyup hem de yüzdükleri zaman, “kestirmeye” benzer bir hale geçerler. Genç balina ve yunuslar anneleri onları kendi yüzüş çizgisi içerisine çekerken dinlenirler, yerler ve uyurlar buna da ‘diziliş uykusu’ denmektedir. Bu zamanlarda anne de hareket anında rahatlıkla uyuyabilecektir. Yetişkin erkek yunuslar ise genelde çiftler halinde gezerler ve uyuduklarında yan yana yüzerler. Dişiler ve gençler daha geniş sürüler halinde gezerler. Aynı genel alanda dinlenebilirler veya birbirine eşlik edebilecek hayvanlar yüzme esnasında uyumak için eşleşebilirler. 

Bu canlılar uyurken beyinlerinin sadece yarısını ve ters taraftaki gözlerini devre dışı bırakırlar. Beynin diğer yarısı düşük bir teyakkuz seviyesinde uyanık kalır. Bu uyanık kısım avcılara, engellere ve diğer hayvanlara karşı bekçilik etmede kullanılır. Aynı zamanda taze hava için yüzeye ne zaman çıkılacağının da sinyalini verir. Yaklaşık iki saatten sonra, hayvan bu süreci tersine çevirecek, beynin aktif kısmını dinlendirecek ve kalan kısmını uyandıracaktır. Bu modele genellikle ‘kedi uykusu’ adı verilir. Yunuslar genellikle geceleri, sadece bir defa ve birkaç saatlik bir süre içinde uyurlar; genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde aktiftirler ve muhtemelen bu uyanık dönemi o sırada derinlerdeki balıkları ve ahtapotları avlamak için denk getirmektedirler. 

Kuşkusuz deniz memelilerine bu sistemleri veren, bu canlıları yaşamlarını sürdürebilmesi için en uygun özelliklerle yaratan Yüce Allah’tır. Rabbimiz, yaratışındaki kusursuzluğu ve mucizeleri bir Kuran ayetinde şöyle bildirir: 

“Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4)

FARKLI ORTAMLARDA KESKİN GÖRÜŞ YETENEĞİ
Yunusların ve balinaların gözleri farklı ortamda görmelerine imkan verecek şekildedir. Suyun altında ve üzerinde aynı mükemmellikte görebilirler. Örneğin bir yunus, suyun 6 metre kadar üstüne zıplayabilir ve kendisi için havada tutulmakta olan bir yiyeceği çok büyük bir hassaslıkla alabilir. Oysa başta insan olmak üzere çoğu canlı, ışığın kırılmasındaki farklılıklar nedeniyle, kendi doğal ortamının dışında iyi göremez. Deniz memelilerinin gözü ile kara canlılarının gözü arasındaki farklar şaşırtıcı derecede detaylıdır. Karada gözü bekleyen tehlikeler fiziksel darbeler ve tozdur. Bu nedenle kara hayvanlarının göz kapakları vardır. Su ortamında ise en büyük tehlikeler tuz oranı, derinlere dalarken meydana gelen basınç ve deniz akıntılarının oluşturduğu hasarlardır. Akıntılarla doğrudan temas olmaması için gözler kafanın yan tarafındadır. Ayrıca derin dalışlarda gözü basınca karşı koruyan sert bir tabaka vardır. Dokuz metre derinlikten sonra denizin dibi karanlık olduğu için, su memelilerinin gözü, karanlık ortamlara uyum sağlamayı olanaklı kılan birçok özellikle donatılmıştır. Örneğin lens mükemmel bir daire biçimindedir. Işığa hassas olan çubuk hücreleri, renklere ve detaylara duyarlı olan koni hücrelerinden daha fazladır. Dahası, gözlerde özel bir fosforlu tabaka vardır. Bu sebeple deniz memelilerinin karanlık ortamlardaki görüşleri kuvvetlidir.

YARATILIŞ HARİKASI YUNUSLAR

YARATILIŞ HARİKASI YUNUSLAR
Yunuslar her nefes alışlarında ciğerlerinin % 80-90'ını havayla doldururlar. Oysa çoğu insan için bu oran ancak % 15'i bulur.Yunuslar için nefes almak insanlarda veya diğer kara memelilerinde olduğu gibi bir refleks değildir, iradeli bir harekettir.Yani biz nasıl yürümeye karar veriyorsak, yunuslar da nefes almaya karar verir. Bu, hayvanın suda uyurken boğularak ölmemesi için alınmış bir tedbirdir. Yunus uykusu sırasında beyninin sağ ve sol yarım kürelerini yaklaşık on beş dakika arayla nöbetleşe kullanır. Bir yarım küre uyurken, diğer yarım küre yüzeye çıkarak hayvanın nefes almasını kontrol eder. 

Yunusların ağızlarındaki gagaya benzer çıkıntı ise sudaki hareketlerini kolaylaştıran bir başka tasarımdır. Hayvan bu yapı sayesinde suyu daha iyi yarmakta ve daha az enerji harcayarak daha hızlı yüzebilmektedir. Modern gemilerin burunlarında da yunus ağzına benzer bir çıkıntı vardır. Bu hidrodinamik tasarım, gemilerin hızını da aynen yunuslarınki gibi artırmaktadır. (Darwinizmin Sonu)

DAYANIŞMA ESASINA DAYALI SOSYAL YAŞAMLARI
Yunuslar çok büyük gruplar halinde yaşar. Güvenli bir koruma için dişiler ve yavrular böyle bir grubun ortasında yer alır. Grubun hasta üyesi yalnız bırakılmaz, ölene kadar grubun içinde tutulur. Bu güçlü dayanışma bağı, yeni bir yavru gruba katıldığı ilk günden itibaren başlar. Yunus yavruları önce kuyrukları dışarı çıkacak biçimde doğarlar. Bu sayede doğum tamamlanana kadar yavrunun havasızlıktan ölmesi önlenmiş olur. En son yunusun başı doğum kanalından çıkar çıkmaz, ilk nefesini alması için hızla su yüzeyine çıkarılır. Genellikle, yardım amacıyla anne yunusa bir başka dişi yunusta eşlik eder. Diş yunus doğumdan sonra annesini emzirir. Süt emmek için dudağı olmayan yavru annesinin karnındaki bir yarıktan çıkan iki süt kaynağından beslenir. Bu bölgeye ufak ağız darbeleriyle dokunduğunda fışkıran sütle beslenir. Yavru her gün onlarca litre süt içer. Bu sütün %50si yağ meydana gelir (ineklerde ise süt ün %15'i yağdır). Bu sayede, vücut ısısını dengelemesi için gerekli olan deri yağı hızla oluşur. Hızlı dalışlar esnasında diğer dişiler yavruyu aşağı doğru iterek yardımcı olurlar. Ayrıca, yavruya avlanmayı ve sonarını kullanmayı da öğretirler. Bu yıllarca süren bir eğitim safhasıdır. Bazıları yıllarca sevdikleri bir aile üyesinin peşinden ayrılmazlar. 30 sene boyunca bu böyle devam edebilir. http://www.hayvanlardafedakarlik.com/

VURGUN YEMEYİ ÖNLEYEN SİSTEM
Yunuslar insanlarla kıyaslanamayacak kadar derin sulara dalabilirler. Bu konudaki rekor Balinagillerden Amber balığına aittir. Amber balığı bir nefes alışla 3000 metre derine dalış yapabilir. Gerek yunuslar gerekse balinalar bu tip dalışlara uygun bir tasarımda yaratılmışlardır. Palet şeklindeki kuyruklar suya dalmayı ve yüzeye çıkmayı oldukça kolaylaştırır. Dalış için yaratılmış bir başka tasarım da hayvanın ciğerlerinde gizlidir: Hayvan derine daldıkça üzerindeki suyun ağırlığı, yani basıncı artar. Bu basıncı dengelemek için, ciğerlerinin içindeki hava basıncını da giderek artırır. Ancak bu hava basıncı giderek çok yüksek derecelere çıkar. Aynı basınç bir insan ciğerine uygulansa, ciğer yırtılıp parçalanacaktır. İşte bu tehlikeye karşı yunusların vücutlarında çok özel bir koruma yaratılmıştır: Yunusların akciğerlerindeki bronşlar ve hava kesecikleri, basınca karşı son derece dayanıklı kıkırdak halkalarla korunmuştur. Yunusların vücutlarındaki bir diğer yaratılış örneği ise, vurgun tehlikesine karşı alınan tedbirdir. Dalgıçlar su yüzeyine hızlı çıkışlarda basınç farkından kaynaklanan bu tehlikeyle karşılaşırlar . Vurgunun nedeni, akciğerlere çekilmiş olan havanın ani bir biçimde kana karışarak damarların içinde hava kabarcıkları oluşturmasıdır.

Bu baloncuklar kan dolaşımındaki düzeni bozarak ölüm tehlikesi meydana getirir. Balinalar ve yunuslar ise bizler gibi akciğerleriyle solumalarına karşın böyle bir problemle asla karşılaşmazlar. Bunun nedeni, derinlere dalarken insanlar gibi dolu ciğerle değil, boş ciğerle hareket etmeleridir. Ciğerleri hava ile dolu olmadığı için, bu havanın basınç değişikliği nedeniyle kana karışması ve dolayısıyla "vurgun yeme" tehlikesi ile karşı karşıya kalmazlar.Ama asıl soru burada ortaya çıkar: Eğer ciğerlerini hava ile doldurmuyorlarsa, oksijensiz kalıp boğulmaktan nasıl kurtulurlar? Bu sorunun cevabı, bu canlıların kaslarındaki yüksek orandaki "miyoglobin" proteinidir. Bu miyoglobin proteinleri, çok yüksek miktarda oksijen molekülünü kendi üzerlerine bağlar ve muhafaza ederler. Yani canlı için gereken oksijen, ciğerdeki havada değil, doğrudan kasların içinde saklanır. Yunuslar ve balinalar bu sayede uzun süre nefes almadan yüzer ve diledikleri kadar da derine dalabilirler. İnsanlarda da miyoglobin proteini vardır, ama çok daha az oranda olduğu için, aynı yüzme serbestliğini sağlamamaktadır. Yunus ve balinalara özel olan bu biyokimyasal ayarlama, elbette bilinçli bir tasarımın açık delilidir. Allah, her canlı gibi deniz memelilerini de içinde bulundukları şartlara en uygun vücut yapılarıyla yaratmıştır.
YUNUSLARIN MÜKEMMEL SONARI
Amerikan Donanması için kuma gömülü deniz mayınları önemli bir problem oluşturuyor. Bu tür mayınlar mevcut sonar teknolojisiyle bulunamıyor. Bu handikapı aşmak isteyen Amerikalı yetkililer yunustaki sonar tasarımını teknolojide taklit etmeye çalışıyorlar. (Sciencenow: Spotting Mines With Dolphin Sonar, 18 Ekim 1998) 

Yunuslar, kafalarının ön kısmında bulunan özel bir organ sayesinde çevrelerine ses dalgaları yayabilirler. Etraftaki cisimlere çarparak geri dönen dalgalar, yunusa yön belirlemede ve avlarının yerini bulmada önemli faydalar sağlar. Bu sonar sistemi o kadar hassastır ki kumun altına gizlenen bir balığı bile kolaylıkla bulabilir. 

Kailu’da bulunan Hawaii Deniz Biyolojisi Enstitüsü araştırmacılarından Whitlow Au, “Donanma, gömülü mayınlar konusuna oldukça fazla önem veriyor” diyor. 

Bazı mayınlar fiberglastan yapıldığı için metal dedektörlerle bulunamıyorlar. Uzun dalga tarama yapabilen donanma sonarları, kuma gömülü mayınları bulamıyor.“Körfez savaşında birkaç büyük donanma gemisinde mayınların sebep olduğu önemli zararlar meydana gelmişti” bilgisini veriyor Au. 

Bir yandan yunusları canlı mayın dedektörleri gibi eğitme projesi başlatan Amerikan Donanması, yunuslar konusunda uzman bilimadamlarıyla temas kurup elektronik bir yunus sonarı üretmenin yollarını arıyordu. Whitlow Au ve çalışma arkadaşları en sonunda böyle bir sonar üretmeyi başardılar. Bu yapay yunus sonarı, gönderdiği dalgaların yankısını izleyip deşifre eden özel bir bilgisayar ünitesine sahip. Bilim adamları geliştirdikleri bu sonarı çeşitli testlere tabi tuttular. Sonuçlar gayet olumluydu: Kumun yaklaşık 40 santim altındaki mayınları bulmada % 90 başarı sağlandı. 

Washington D.C de bulunan Donanma Araştırmaları Laboratuvarı fizikçilerinden Robert Gragg projeyi ilgiyle izliyor. Gragg, “İşte bizim gitmemiz gereken yol bu”diyor. 

Yunus sonarının mükemmel bir tarama aracı olduğu görülüyor. Peki ama yunuslar böyle gelişmiş bir sonara nasıl sahip olmuşlardır? Tam da kendilerine gerekli boyda ses dalgaları üretecek bu özel organı kafalarının ön kısmında kendi iradeleriyle üretmiş olabilirler mi? Elbette hayır. 

Yunus sonarı tesadüfen meydana gelmiş olamaz. Bunu savunmak akıl ve mantığa aykırı bir hareket olur. Çünkü hiçbir tesadüf böyle kompleks sistemler meydana getiremez.

Yunus sonarını yaratan Alemlerin Rabbi Yüce Allah'tır. Allah herşeyi yoktan var edendir. Evrendeki herşey O’nun “Ol” kelimesiyle varolmuştur. 

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir” (Bakara Suresi, 117)

AVLANIRKEN DENİZ SÜNGERİ KULLANAN YUNUSLAR
Bundan 20 yıl önce Avustralyalı balıkçılar, Shark Bay'deki Bottlenose (şişeburunlu) cinsi yunusların ilginç bir alışkanlıklarının olduğunu fark ettiler. Yunuslar burunlarının üzerinde denizden topladıkları süngerleri taşıyorlardı. Bu sıradışı davranışı inceleyen bilim adamlarının vardıkları sonuç yunusların zekice bir avlanma tekniği geliştirdiklerini ortaya koydu. (Darwinistler Neleri Düşünmez) Zürih Üniversitesi Antropoloji Enstitüsü'nden Michael Krützen yunusların bu davranışlarıyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: 

"Yunusların, süngerleri deniz tabanında balık avlarken kullandıklarına inanıyoruz. Süngerler büyük ihtimalle koruyucu bir eldiven görevi görerek yunusları, taşbalıklarının tehlikeli dikenlerinden koruyor. Sünger aynı zamanda deniz tabanında saklanan balıkları da rahatsız ederek harekete geçirir. Böylece yunuslar saklanan bu balıkları da daha kolay avlayabilirler." 

Yunusların bu olağanüstü davranışları bize Allah'ın tüm canlılarda tecelli eden üstün aklını bir kez daha göstermektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: 

"Andolsun onlara; "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tartışmasız; "Allah" diyecekler. De ki; "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu bilmezler." (Lokman Suresi, 25)